Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

O Türküyü Söyle -2-

                                            -BİR-

Selim Çürükkaya / Seyrantepe mevkiinde Diyarbakır Yedinci Kolordu Sıkıyönetim Komutanlığına bağlı askeri mahkeme salonu.

Yüz metre eninde 300 metre uzunluğunda, tek katlı, briket ve betondan ibaret bir bina.

Salon, dıştan görüntülendiğinde etrafı tanklar ve panzerlerle sarılmış, yüzlerce eli silahlı askerin kuşatmasında, kelimenin gerçek anlamıyla bir savaş durumunu yansıtıyor.

Salonun iç bölümü görüntülendiğinde, ön duvarının ortasında büyük siyah harflerle “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR” vecizesi hemen göze çarpar, vecizenin altında M. Kemal`in altın renkli, alçıdan veya tunçtan başı asılıdır.

 Bu duvarın hemen dibinde uzunca tahta bir masa, masanın arkasında beş adet sandalyede soldan sağa As. Savcı Bülent Cahit Aydoğan, sivil giysili Hâkim Niyazi Erdoğan, Askeri giysili duruşma hakimi Emrullah Kaya ve Mahkeme Başkanı Binbaşı Kemal Kavi oturmaktadır.

Mahkeme heyetindeki savcı ve hakimlerin üzerinde yakaları kırmızı, siyah birer cübbe bulunmaktadır.

 Bu heyetin en genci, kırk yaşlarında As. savcı Bülent Cahit Aydoğan`dır.

Sivil hâkim Niyazi Erdoğan kırk beş yaşlarında, orta boylu kırmızı yüzlü bir adamdır.

Duruşma hâkimi Emrullah Kaya elli yaşlarında, iri yarı, esmer somurtkan yüzlü, gür seslidir.

Mahkeme başkanı Kemal Kavi hiç konuşmaz. Saçları hayli kırlaşmış altmış yaşlarındadır.

Mahkeme heyetinin iki basamak altındaki masada bayan bir sekreter oturmaktadır. Önündeki masada bir daktilo makinesi ve iki dosya bulunmaktadır.

Sekreter masasının sağında, biraz uzağında üzerinde siyah cübbeler bulunan dört avukat oturmaktadır.

İkisi kalın bıyıklı ve genç, biri uzun kır saçlı ve orta yaşlı. Diğeri ise hayli yaşlıdır.

Dördü de tutukluları meraklı gözlerle izlemekte, tedirginlikleri adeta yüzlerinden okunmaktadır.

 Avukatlara yakın bir bölüm, basına ayrılmıştır. Bu bölümde yalnızca beş basın mensubu vardır. İçeri fotoğraf makinesi alınmamıştır. Ama yabancı bir gazeteci ağzının içine yerleştirdiği kamerayı salona sokmayı başarmış, avucunun içine gizleyerek, kimselere sezdirmeden fırsat buldukça görüntü almaya çalışıyordu.

Mahkeme heyetinin sağında ve solunda iki şeritli otomatik makineli tüfek kuruludur. Namluları tutuklulara çevrili olan bu makineli silahların üzerinde, parmakları tetikte her an taramaya hazır mavi bereli iki komando beklemektedir.

Mahkeme heyeti, avukat ve basının oturduğu bölüm ile tutukluların oturduğu bölüm, seksen santim yüksekliğinde üstü tahtalı demir parmaklıklarla birbirinden ayrılmıştır.

Tüfeklerin namlularının nişangahındaki salonun arka kısmında, 400’den fazla tutuklu sıralar halinde bankların üzerinde oturmaktadır.

Bütün tutukluların saçları sıfır numara tıraş edilmiş. Herkesin üzerinde siyaha boyanmış asker elbiseleri vardır.

Cezaevinde, dört aydan beri gece ve gündüz uygulanan işkencelerden ve açlıktan dolayı tutuklular, öyle bir hale gelmişler ki onları tanımak imkânsız gibidir.

Hücrelerde kalan tutuklular, dayatılan askeri kurallara uymayı reddetmişlerdi. Maruz kaldıkları işkence, susuzluk, açlık ve uykusuzluktan dolayı ortaya çıkan verem hastalığı onları daha da tanınmaz hale getirmişti.

Dört yüze yakın erkek tutuklunun arasında yalınızca iki kadın vardı, bunlardan biri Aysel Öztürk, diğeri Fatma Çelik’ti.

Aysel evliydi ve kocası da onun gibi bu salonda bulunuyordu, altı aydan, yani cezaevinde işkenceler başladığından beri kocasını görememişti.

Aysel, mahkeme salonuna alındıktan itibaren sağına soluna bakmış, sıralarda oturan tutukluların simasını tek tek hafızasından geçirmişti. Eşinin hafızasında kalan son fotoğrafıyla, salondaki simaları karşılaştırmış, eşini bulamamış ya da tanıyamamıştı. Sıralar halinde oturtulan tutukluların arasına, ellerinde coplar bulunan yüze yakın asker dikilmiş. Askerler, mahkeme heyetinin duyabileceği bir ses tonuyla tutuklulara:

“Başlar dik, eller dizde, gözler ‘adalet mülkün temelidir’ vecizesinde olacak” diyorlardı ve bu kurala uymayan tutukluları yine mahkeme heyetinin gözleri önünde copluyorlardı.

Sağa sola bakmak riskli olmasına rağmen Aysel çenesine ve omuzlarına dürtülen cop darbelerine aldırmadan gözleriyle eşinin yiten simasını, bakabildiği tutukluların simalarında arıyordu.

Mahkeme salonunda bir uğultu vardı.

Asker gardiyanlarla tutuklular arasındaki çekişme, cop sesleri, “Hakim bey işkence yapılıyor” “hakim bey tuvalete götürmüyorlar! ” bağırtıları arasında bazı tutuklular altlarına işiyordu.

Duruşma hâkimi Emrullah Kaya`nın: “Evet duruşma başlıyor!” uyarısıyla sessizlik hakim oluyor.

Emrullah Kaya:

Gür bir ses tonuyla ve üst perdeden konuşarak:

“Yaz kızım, tutukluların tümünün getirildiği görüldü, herkes serbestçe yerini aldı.

149

 Duruşma sabah itibariyle saat dokuz sularında başladı. Kimlik tespitine geçildi. “ Sekreter söylenenleri olduğu gibi yazdı. Emrullah Kaya bakışlarını tutuklulara çevirdi: “Birazdan kimlik yoklaması yapacağız.

Adını okuduğum tutuklu yerinden kalkacak sanık kürsüsüne gelecek, kimlik tespitinde bulunacak.” dedi ve ilk sanığın adını okudu:

 “Sanık Mazlum Doğan”

Mazlum Doğan ön sırada oturuyordu. Ayağa kalktı, orta boylu 27 yaşlarında bir gençti. Cezaevinde gördüğü işkencelerden dolayı alabildiğine yıpranmış bir deri bir kemik kalmıştı. Uykusuzluk gözlerinden akıyordu. Önündeki bankın arkasına tutunarak ayakta durabiliyordu. Bu haliyle sanık kürsüsüne gitmedi. Mahkeme heyetine, kendisine çevrilen şeritli otomatik silahlara, komandoların ellerinde sallanan coplara baktı. Söyleyeceklerini kafasında toparlamaya çalışıyordu.

Duruşma hâkimi Emrullah Kaya:

“Mazlum kürsüye gel!”

Mazlum Doğan:

„Hayır, kimlik bildiriminde bulunmayacağım.“

Emrullah Kaya:

 “Neden?”

Mazlum Doğan:

(Emrullah Kaya’nın suratına bakıp acı acı gülümsedi)

“Cezaevinde her gün ve her gece bize işkence yapılıyor!”

(Parmağıyla tutuklulara çevrilen silahları işaret etti)

“Gözlerinizin önünde bize çevrilmiş şu silahlara bakın!”

(Coplarını kaldırmış, oturan tutuklara her an saldırıya hazır bekleyen komandoları gösterdi)

“Başımızın üzerinde sallanan şu coplara bakın!”

 (Sağ eliyle, sıra halinde oturan tutukluları gösterdi.)

„Şu insanların haline bakın! Böyle bir ortamda adil mahkeme olur mu? “
 (Parmağıyla mahkeme heyetinin dibinde oturduğu duvarı işaret etti)

Bakınız arkanızdaki duvarda ‘Adalet mülkün temelidir’ diye bir yazı var, o vecizeyle salondaki bu manzara amansız bir çelişki içindedir. Önünüzdeki manzara arkanızdaki yazıyı yalanlamaktadır. Dolayısıyla siz mahkeme değilsiniz, kimlik bildiriminde bulunmayacağım.” dedi ve yerine oturdu. Emrullah Kaya:

„Mehmet Hayri Durmuş “

M. Hayri Durmuş ayağa kalkınca, bütün tutukluların gözleri ona çevrildi. Hayri 1,88 cm boyunda olduğundan, Mazlum Doğan`a göre zayıflığı daha çok göze çarpıyordu. Ölüm orucunda olduğu için hayli halsizdi. Ayağa kalkarken bile zorlandı. Henüz ağzından bir kelime çıkmadan;

Emrullah kaya:

“Hayri sanık kürsüsüne geç ve kimlik bildiriminde bulun, işlerimizi zora koşmayın, cezaevinde olanlar bizi ilgilendirmez, orada olan bitenleri cezaevi yönetimiyle hal edersiniz”.

M.Hayri Durmuş:

“Siz sömürgeci bir mahkemesiniz, Kürdistan işgal altındadır. Mahkeme olarak siz de bağımsız değilsiniz. Burada bize, genel olarak Kürt halkına karşı uygulanan politika, daha doğrusu zulüm ve işkence mahkeme ve cezaevinin ötesindeki odaklarca uygulanıyor.

Cezaevi ve mahkeme bize uygulanan politikanın/ zulmün araçlarıdır sadece. Bu yüzden bu ortamda ben de kimlik bildiriminde bulunmayacağım,” dedi, yerine oturdu.

Emrullah Kaya: “Kemal Pir!” dedi.

Kemal çevik bir hareketle ayağa kalktı, avurtları çökmüştü. Mahkeme heyetini küçümsercesine süzdü. Gözlerini bütün tutuklu arkadaşlarının üzerinde gezdirdi, aslında herkesi direnişe davet edecekti.

Hayri`ye baktı, vazgeçti:

“Mazlum ve Hayri arkadaşın görüşlerine katılıyorum ve kimlik bildiriminde bulunmuyorum.”

Emrullah Kaya, sinirli bir ses tonuyla:

“Ferhat Kurtay!”

Ferhat Kurtay oturduğu yerden zor bela ayağa kalktı. Tek bir cümle söyledi ve oturdu.

 “Kimlik bildiriminde bulunmayacağım!” Emrullah Kaya:

“Necmi Öner!”

Necmi ayağa kalktı.

“Ferhat arkadaşın görüşlerine katılıyorum.” dedi ve oturdu.
Emrullah Kaya:

“Mahmut Zengin!”

Mahmut Zengin ayağa kalkmaya gerek bile görmeden: “Geç!” dedi yüksek bir ses tonuyla.

Emrullah Kaya:

 „Eşref Anyık “

Eşref Anyık ayağa kalktı:

“İnsanlık dışı işkenceler var, insanlar öldürülüyor“dedi. Komandolar Eşref’i coplayarak oturttular.

Emrullah Kaya:

“Selim Çürükkaya” deyince Aysel hemen arkasına dönerek ayağa kalkan eşinin simasına baktı, içinden „aman tanrım bu ne haldir“dedi. Kaç kez bakmıştı bu simaya ama tanıyamamıştı. Tüberküloz hastalığına yakalanmış, tedavisi engellenmiş, saçları dökülmüş, gözleri çukura kaçmış, yanakları tamamen erimiş, çenesi küçülmüş, boynu incelmiş…
Bambaşka bir sima!
Eşinin hafızasındaki bütün görüntüleriyle bu simayı tek tek karşılaştırdı, hiçbirine benzemiyordu. Gözleri bile ölü gözlerini andırıyordu.

Selim mahkeme heyetine baktı, çıkarabildiği kadar yüksek sesle:

“İşkenceler sürdükçe ve karşımda mahkeme gibi bir mahkeme bulmadıkça kimlik bildiriminde bulunmayacağım” dedi.

 Ve kalktığı yere oturdu.

Duruşma hâkimi Emrullah Kaya direnen tutuklular karşısında kimlik tespiti yapamayacaklarını anladı. Sağında ve solunda oturan hakimlerle kafa kafaya vererek bir karara vardıkları anlaşıldı. Bu kararını askeri savcının kulağına fısıldadı o da

 Başıyla onaylayınca, Emrullah Kaya:

“Cezaevinden getirilen tutukluların kimlik bildiriminde bulunmadıklarına dair 7. Kolordu Komutanlığına bilgi verilmesine, cezaevi müdürlüğüne yazı yazılmasına, kimlik bildiriminde bulunmak istemeyen tutukluların cezaevine geri gönderilmesine karar verilmiştir” dedi.

Mahkeme heyeti oturduğu yerin hemen yanındaki kapıdan salonu terk edince, basın mensupları ve avukatlar da salonun ön cephesindeki kapıdan dışarı çıktılar.

Onlarca asker, salonun arka bölümünde bulunan Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıranın önünde tek sıraya girdi. Orta boylu sert bakışlı, uzun bir yağmurluk giyinmiş, başında mavi komando beresi bulunan gözlerinin altı simsiyah olmuş yüzbaşının:

„Asker gerekeni yap “

Talimatıyla saldırı başladı. Komandolar, ellerindeki coplarla tutukluları linç edercesine dövdüler, birkaç dakika içinde salon savaş alanına döndü bağırış, haykırış…

Devam edecek

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

1 + 10 =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla