Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

O Türküyü söyle 3

Selim Çürükkaya / Yere yatırılan direnişçi tutukluların elleri arkadan kelepçelendi, sonra teker teker sıraya dizildi. Uzunca bir zincirle birbirine bağlandı. Dövülerek ring denilen her tarafı kapalı askeri bir arabaya konuldular. Tam kapı kapatılacağı sırada askerler sivil birisini boynundan tutarak arabanın yanına getirdiler. Bir asker Adamın çenesini tutarak

“Adın ne lan?”

Sivil giysili adam:

“Âdem Nezan” dedi.

Asker adamı kaldırarak arabanın içine fırlattı ve hızla kapıyı kapattı.

153

 Araba mahkemenin kapısından hareket edince, diğer tutukluların arasında oturmaya çalışan bilekleri arkadan kelepçeli Âdem Nezan, oturmak için bir yer ararken Kemal Pir:

“Dayı yanıma gel, böyle otur” dedi.

Âdem Kemal Pir`in yanına gidip oturunca; Kemal:

 “Dayı, seni niye tutukladılar, yani neden ne?”

Âdem Nezan:

“Nedensiz!” dedi.

Kemal hiçbir şey demedi. Âdem bir müddet sonra Kemal`in yüzüne baktı. “Niye rahat durmadınız, bu kavgayı neden başlattınız?”

Kemal Pir:

“Dayı sana anlatmam uzun sürer, ama bir gün anlayacaksın, unutma biz hücreler bölümünde kalıyoruz. Anladığın zaman cesur ol, bizim yanımıza gel“dedi.

Artık kimse konuşmadı. Askeri ring arabası cezaevi kapısında durduğunda, askerler indiler. Birkaç dakika sonra tutukluların kaldığı arabanın arka kapısı açıldı. Cezaevine girip dışarı çıkan sorumlu gardiyan elindeki bir listeyle arabaya yanaştı:

 „Diğerleri arabada bekleyecek! Yeni tutuklanan Âdem Nezan sen aşağı in!” dedi. Âdem Nezan arabadan indirilince arabanın kapısı tekrar kapandı.

-2-

1981 yılında Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesince kendisinden önce gözaltına alınan bir kişinin aleyhinde verdiği ifadeden dolayı tutuklanan 45-50 yaşlarında, saçlarına kır düşmüş, orta boylu, hafif şişman Âdem NEZAN, cezaevi kapısı önünde indirildiğinde cezaevinin kocaman demir kapısı gıcırdayarak açılır.

-3-

Bir komando Er Adem NEZAN`ın ensesinden tutarak çeker, giriş salonuna alır. Kapı tekrar korkunç, insanın içini ürperten bir gıcırtıyla kapanır.

154

 Griye boyanmış bu salonun bir duvarında Mustafa Kemal’in kocaman bir posteri asılıdır.

Karşısındaki duvara ise İstiklal Marşı’nın ilk iki kıtası güzel italik bir yazıyla nakşedilmiştir.

Marşın yazılı olduğu duvarın dibinde tunçtan bir Atatürk büstü dikilidir.

Giriş kapısının sol tarafında koridora açılan başka bir kapı daha vardır ve açıktır.

 Bir çavuş, bir grup komando erle birlikte yeni geleni karşılamak için salonda beklemektedir.

Başçavuş var gücüyle Adem’in yüzüne bağırır:

“Yavşak! İstiklal Marşının yazılı olduğu duvara bak!”

Âdem duvara bakar.

Arkasından ikinci emir gelir:

“Hazır ol vaziyete geç! Dümbük!”

Âdem daha ne olduğunu anlayamadan elinde kalaslarla hazır kıta bekleyen komandoların saldırısına uğrar.

Tekme tokat, cop, kalas darbeleri altında eğilir bükülür Âdem. Açıkçası yaşamakta olduğu bir linç olayıdır.

 Ve nereden geldiği belli olmayan esrarengiz bir komutla saldırılar bıçak gibi kesilir. “Ayağa kalk, pis Kürt!”

“Hazır ola geç!”

“İstiklal Marşı’nı oku!”

Âdem avazı çıktığı kadar duvardaki marşı okumaya başlar:

İSTİKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

155

 O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, O benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal, Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!

 –4-

İstiklal Marşı’nı okuduktan sonra Âdem`i uzunca bir koridora alıyorlar.

Komandoların ikisi sağında, ikisi solunda, kendisi ortada tedirgin adımlarla yürüyor. Ara sıra başını kaldırıp koridora bakıyor; birçok asker gelip geçiyor. Pek çok koridor bu ana koridora açılıyor. Bir müddet sonra esrarengiz ses tonuyla saldırıları durduran subayın karşısına hazır ol vaziyette dikiyorlar.

Esrarengiz sesli bu adamın ismi Esat Oktay Yıldırandır.

Zindana yeni getirilen Âdem, karşısında bulunduğu subayı daha tanımamaktadır. Üzerindeki üniformadan onun sadece vasat bir komutan olduğunu düşünmektedir. O an için yüzbaşı, çok nazik ve kibar tutumuyla Adem’i etkilemeye çalışır.

“Geçmiş olsun Beyefendi!” sesinin nezaket ve inceliği karşısında Âdem rahat bir nefes alır.

 Minnettar bir edayla,

“Sağ olun komutanım” diye karşılık verir.

Yzb. Esat: “Efendim, uzun bir süreden beri gözaltındaydınız, değil mi?”

“Evet efendim” diye karşılık verir Âdem.

“Vah vah vah, biliyorum, orası çok kötü, hele hele o şerefsiz polisler!”

“Evet çok cefa çektim komutanım…!”

“Evladım çok kirlenmişsiniz. Belki de uzun bir süredir haberleri de izlememişsinizdir. Seni televizyonlu koğuşa mı alayım, banyolu koğuşa mı gitmek istersin?”

156

 Âdem sıcak suyla duş almanın zevkiyle: “Banyolu koğuşa gitmek istiyorum” diye cevap verir.

Yüzbaşı Esat komando askerlere dönerek: “Çocuklar buraya gelin! “ diye komut verir. Bir anda dört komando hazır ol vaziyette komutanın önünde durur.

Yüzbaşı Esat: “Beyefendi banyolu koğuşa gitmek istiyor!

 Yardımcı olun!

Keselensin!

Tertemiz duşunu alsın!

Ondan sonra da uykusunu alsın! Anlaşıldı mı?”

Komando erler hep bir ağızdan: “Emredersiniz Komutanım!” derler.

– 5-

Komandolar Adem’i 36. Koğuş olarak bilinen hücre bölümüne getirmişlerdir. Diyarbakır E tipi hücre bölümü dört katlı bir yapıdır.

Her katında önü demir parmaklıklı on hücre vardır.

 Her hücresi beş buçuk metrekare genişliğindedir.

Hücrelerin içinde beton bir seki, arka bölümlerinde bir tuvalet, bir lavabo taşı, iki adet su musluğu bulunur.

Zemin kattaki salon 40 metre uzunluğunda 10 metre genişliğindedir.

Kanalizasyona açılan tuvalet boruları tıkatıldığından salonda bir diz boyu pislik ve sidik vardır.

Ve her şey beton matlığında, demir görüntüsündedir.

Banyo diye kendisine anlatılan bu salonda biriken keskin sidik kokusu genzini yakıp, içinden, yüzbaşının yumuşaklığı ile beton blokların sertliği arasındaki çelişkilerle boğuşmaya başlarken “Allah! Allaaaaah!” nidaları ve tekbir sesleri ile irkilir Âdem.

Tekbir sesleri kesilince, ellerinde kalaslarla komando erler kapıdan içeri girer.

157

 “Lan yavşak! Sen daha soyunmadın mı?” diye bağırır biri. Âdem şaşkın vaziyette komandoların suratına bakar. Komandolar önce kendilerini tanıtırlar:

Benim Adım “Akın” der iriyarı, sarışın ve şişman olanı. Benimki “Kambur” der kara kuru kambur olanı

 Bendeniz “Kara bela” diye kendini tanıtır uzun boylusu.

Çavuş:“Benim adımda Mevlut, adamın yedi sülalesine Mevlut okurum.

…… Ve “keseleme işlemi!” başlar.

Âdem sert kalas darbeleriyle yere yıkılırken bağırış ve feryatları arşı âlâyı sarsar.

Kara bela ve Kambur yarı baygın halde yere serilmiş Adem’i ayaklarından tutup çekerek boklu suyun içine sürüklerler.

Dövüle dövüle yüzdürülür.

Akın sırtında yürüyüşler yapar.

Komando potinleri ile başına basılarak kafası boklu suya batırılır. Âdem canhıraş bir feryatla bağırır çağırır, yalvarır.

 Ama sesini kimsecikler duymaz.

Bayılırsa belki kurtulur. Bayılmazsa film çevrilmeye devam edilir.

Adem’i dayaktan geçiren komandolardan Akın Karateciyi, Kara bela Samurayı, Mevlüt Çavuş ise Cüneyt Arkın’ı oynamaktadır.

…. Ve Adem Diyarbakır 5 Nolu E Tipi Cezaevi’nde bunlardan dayak yiyen bir dublördür artık….! Dinlenme ve sahne çalışmalarına ara vermeler ise Adem’in baygınlık derecesi ve süresi kadardır.

Ayağa kalkamayacak derecede baygınlık geçiren Âdem, bir hayvan leşi gibi ayağından çekilerek sürüklenir, 36. Koğuşu’n ilk hücresine atılır. Üstü başı kan ve pislik içinde kalan Âdem, beton yatağın üzerinde derin bir uykuya (!) dalar.

–6-

158

 Yara bere içinde ve her tarafı adeta dökülen Âdem ertesi gün yine aynı ekibi karşısında görür.

Ekibin başındaki Mevlut Çavuş:

“’Lan’ ibne ölmedin mi daha?”

Âdem ani bir atakla ayağa fırlar. Hazır ol vaziyete geçer.

 Bacakları ve elleri titrer.

Mevlut Çavuş:

“Kahvaltı yaptın mı lan göt?”

Âdem hırıltı gibi gelen bir sesle “hayır” diye cevap verir.

Hücrenin kapısı açılır ve Âdem hücreye bitişik küçük bir salona alınır. Salonun ortasında ölü bir fare durmaktadır.

Mevlut Çavuş Adem’e:

“Hazır ola geç!” komutunu verir.

Âdem hemen hazırola geçer.

Akın, Kara bela ve Kambur Âdem`in etrafını çevirir.

 Kara bela: “Hiç fare yedin mi lan?” diye sorar.

Âdem ne yapılmak istendiğini artık anlamıştır.

Midesi bulanır, acıyla kıvranır, ne yapacağını bilemez.

Dövülerek yere yıkılır.

İşkenceden kurtulmak için ölü fareyi yemekten başka bir yolunun bulunmadığını çok iyi bilmektedir.

Gözlerini kapatarak fareyi avucuna alır.

Edebildiğince ağzını açar, avuçları arasında bulunan fareyi ağzına tıkar. Çiğnemeye başlayınca kusar. Fare ağzından yere düşer.

159

 Mevlut çavuş “Devam!” der.

Kara bela Âdem`i coplar, Kambur da bacak arasını tekmeler. Soğuk terler içinde kalan Âdem nihayet fareyi yutmayı başarır. Ardından kusmuğunu yalatarak, salonu kendisine temizletirler. Ve tekrardan 36. Koğuşun hücresine alırlar.

 Âdem beton sekinin üzerinde oturur, yakalandığı geceyi düşünerek, dalar.

 -7 –

Güneş batmak üzereydi. Kocaman yemek salonunda Âdem, uzun mavi bir fistan giymiş, saçlarını kısa kesmiş ve Adem’e göre daha genç görünen eşi, iki kızı ve biricik oğlu aksam yemeğine hazırlanıyorlardı. Âdem, uzunca antika bir masada eşiyle karşı karşıya oturmuş, kızları servis yapıyor, oğlu da okulda olan bitenleri anlatıyordu. Ademim Büyük kızı Zozan 25 yaşındaydı, yuvarlak yüzlü, uzun boylu ve kumraldı. Saçları beline kadar dökülüyordu. Böylece giydiği beyaz elbisenin içinde daha güzel görünüyordu. Küçük kızı Berfin büyüğüne göre daha kilolu, ama daha hareketliydi. Spor giyinmeyi seviyor, evde olduğu zaman spor giysilerini hiç üzerinden çıkarmıyordu. Tıp fakültesinde okuyordu, ama yemek yapma konusunda ablasından daha maharetli görünüyordu.

Mutfaktaki buz dolabından bir ilaç kutusunu alan Zozan, babasına döndü:

“Baba, bırak doktora gitmeyi, bana güvenmiyor musun? Biliyorsun ki bu benim mesleğim, iki yıldan beri de eczanede çalışıyorum,” dedi ilaç kutusunu getirip

 Babasının önüne koydu.

Âdem Nezan, ilaç kutusunu eline aldığında, kızına baktı:

“Zozan`ım yavrum, sana güveniyorum, ama doktora danışmadan bazı ilaçları almamak lazım” deyince

Zozan: “Aşk olsun baba, yine bana güvenmiyorsan Berfin gelsin sana reçetesini okusun, doktor çıkmasına iki yıl var. Ona güvenirsin” dedi. Berfin mutfaktan koşarak babasının yanına geldi, ilaç kutusundan reçeteyi çıkarıp göz gezdirmeye başladı.

Âdem masada sessizce oturan oğlunu süzdü:

“Azad oğlum senin hiç ders çalıştığın yok, yine politikayla mı uğraşıyorsun?”

160

 Azad: “Ya baba bırak ne politikası? Her gün insanlara işkence yapılıyor, çığlık sesleri ta Bağlar mahallesine kadar geliyor!”

Âdem: “Ne yapacaksın oğlum?”

Azad “Ne yapacaksın olur mu baba, insanlara bok yediriyorlar!” Âdem: “Oğlum böyle şeylere inanma, devlet var, kanunlar var.”

 Berfin babasıyla kardeşinin tartışmasına müdahale etmek için; “Bırakın bu tartışmayı, yemek geliyor!”

Berfin`in annesi kızına baktı: “Aferin kızım, bak sende okula gidiyorsun, Azad daha lisede bu işlerle uğraşıyor!” deyince;

Âdem: “Bak Azad oğlum, bizim dedelerimiz bu dava için can verdiler, ama başarılı olamadılar. Ben başka bir yolu seçtim. Bu şehirde herkes beni tanır, herkese yardımım dokunmuş. İnsanların kalbini kazanmak onların refah düzeyini yükseltmek lazım. Bunun için sen oku, bu tür şeylerle uğraşma!”

Azad babasına cevap vermeye hazırlandı.

Zozan ile Berfin porselen tabaklar, kristal bardaklar, yiyecek ve içecekleri masaya dizmeye başladılar. Bu sırada kapı zili çalındı….

Âdem`in genç oğlu koşarak kapıya gitti. Bir müddet sonra “Baba” diyen sesi geldi. Eşinin yüzüne “acaba kim” dercesine bakan Âdem, oturduğu yerden kalkıp kapıya

 Gitti.

İkisi resmi, üçü sivil giyimli beş polis kapıda bekliyordu. Âdem biraz şaşırdı, biraz toparlanınca Kendinden emin bir ses tonuyla; “Buyurun, birini mi aradınız?” dedi.

Uzun boylu, iriyarı, sivil giyimli polis, gayet soğuk bir ses tonuyla: “Beyefendi giyinin, bizimle karakola kadar geleceksiniz” dedi.

Âdem`in üzerinde beyaz bir gömlek, kahverengi bir pantolon vardı. Hemen salona geri döndü. Kızları ve eşi ayağa kalkmış meraklı bakışlarla onu süzüyorlardı. Hiçbir şey demeden ceketini giydi ve eşine döndü:

“Ben bir karakola gidip geleceğim” deyip hızlı adımlarla salondan çıktı. Kızları ve eşi de onun ardından dış kapıya yürüdüler. Oğlu kapıda donmuş gibi polislerin arasında uzaklaşan babasına bakıyordu.

161

 Âdem`i bir polis cipinin arka koltuğuna iki polisin arasına aldılar. Araba evin önünden uzaklaşınca, gözlerini askeri bir bezle bağlayarak başına bir torba geçirdiler…

-8–

Kurtoğlu olarak bilinen bir işkence merkezine götürülüyor. Gözleri bağlı bir vaziyette kıçına bir tekme vurarak bir yere itiyorlar. Ağız üstü yere kapaklandığında insan cesetleri gibi bir şeylerin üstüne düştüğü sanısına kapılıyor. El yordamıyla çevresini kontrol ediyor. İtildiği bu yerde, oturan insanların, dizlerine, omuzlarına, ayaklarına

 Dokunduğunu fark ediyor. Zemin çıplak betondu, insanlar sessizdi ve büyük bir ihtimalle herkesin gözleri kendisininki gibi bağlıydı. Bir ara göğsünden bir tekme darbesi alıyor. “Lan yavşak, düzgün otur” bağırtısını işitiyor. El yordamıyla bulduğu boşlukta Buda heykeli gibi oturuyor. Bir müddet sonra salondaki sesleri daha net olarak işitebiliyor. Çok sayıda insan, kendisi gibi bu salonda gözleri bağlı olarak kıpırdanmadan oturuyor, sadece nefes alıp veriyordu.

Bu sessizlik salona giren bir grubun küfürleri, oturanlara tekme tokat girişmeleriyle bozuluyor. Aralarından birisini alıp gitmeleriyle birlikte gürültü bitiyor. Ancak bu kez de götürülenin çığlık sesleri salona yayılıyor. Çığlıklar öylesine korkunçtu ki; bu sesi işitenlerin içi ürperiyordu.

Tam yirmi üç gün, yirmi üç gece bu çığlıkları duydu. Ve sıra kendisine geldiğinde de alıp götürdüler. Tahta bir sandalyede oturtup ellerini arkadan bağladılar. Göremediği bir adam gür bir sesle kendisine soru soruyordu:

“Bölücü örgüte neden para yardımı yaptın?

 Âdem: “Ben kimseye yardım yapmadım” “Yaptın ulan devleti kandıramazsın” Adem: “Hayır yapmadım”

“Tezgâhı hazırlayın!”

Tahta sandalyeye bağlı olan ellerini çözdüler, uzunca bir sırığı, omuzlarının üzerine koydular, iki kolunu yana açarak bir iple sırığa bağladılar.

Sırığın iki ucunu yüksekçe iki duvarın üzerine koydular. Çarmıha gerilmiş İsa gibi boşlukta sallanıyordu. Pantolonunu ve donunu çıkardılar. Çıplak iki kablonun ucunu vücudunda dolaştırdılar. Çığlıklar atmaya başlamıştı. O çığlık attıkça birisi “konuşacak mısın lan yavşak” diye bağırıyor, manyetoyu daha seri çeviriyordu.

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

3 × two =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla