– 15 –
Selim Çürükkaya / Âdem`i 4. koğuşun koridorundan geri çevirirler.
7. ve 8. koğuşun havalandırma yerine götürürler.
Gördüklerine şaşkınlık içinde bakar.
“Bu da ne?” der kendi kendine.
Ayakta duran her tutuklunun bir elinde servis tabağı, diğer elinde ise kaşık var!
“Oh! Ya rabbim! Demek ki burada yemek servisi yapıyorlar” diye düşünür. Düşündüklerinin saflığını tutuklular yüzünden okur.
Çaresiz bakışlarla ona bakarlar.
Bu arada komandolar havalandırmayı basar.
Dört tutukluyu kollarından tutup fosseptik çukurunun bulunduğu beton kapağın yanına götürürler.
Fosseptik kapağını kaldırtıp tabaklara bok doldurmasını emrederler.
Bu dört tutuklu bütün tutukların tabaklarına bok doldurup servisi tamamlarlar. Herkes elinde kaşığı ve tabağı ile çömelmiş vaziyette gelecek olan komutu bekler.
170
Komando Akın “Yemeye başlayın çakallar! Diye komut verince, Kambur bağırarak: “ Çabuk olun lan yavşaklar, son sayı üç! ”
Üç dakika içinde tabaklar kaşıklanarak temizlenir. Temizleyemeyenler için ise işkencelerden işkence beğen safhası başlar!
…. Ve Âdem`i Dante’nin cehennem odalarını dolaştırmaya devam ederler.
-16-
Âdem Nezan koridora çıkarıldığında nizamı adımlarla kollarını sallayan bir asker gibi yürüyordu. Zebanileri ise beş adım arkadan onu izliyorlardı. Bok yeme sahnesini düşününce, annesinin çok eskiden anlattığı öyküsünü anımsamaya başladı. Hatta kulaklarına annesinin sesi geldi, şöyle diyordu annesi:
“Oğlum Âdem, nelere tanık olmadı ki bu zavallı annen! Henüz 12 yaşındaydım. Tuunst Köyünde yaşıyorduk. Ailemin tek çocuğuydum. Babam Ermeni ve bu köyde demirciydi. Köylülerle aramızda hiçbir sorun yoktu. Hatta köylüler babamı kirve diye çağırırlardı. Birisinin çocuğuna kirve olmuştu, bütün köylüler onu kirve olarak kabul etmişti. Ne olduysa oldu. Bir gün köyün camisine Osmanlı ve Hamidiye alayı askerleri geldi. Onlar camide imamı, imam da cemaati kışkırttı. “Kim Müslüman olmak istemeyen bir Ermeni’yi öldürürse cennete gider” diye milleti kandırdılar.
Evimizin kapısı çalındı.
Burada Âdem Nezan`ın annesinin sesi kesildi ve Adem’in gözlerinin önünde annesinin anlattıkları canlandı:
Tek katlı bir köy evi.
Bina taştan yapılma, üstü toprak.
Ön tarafındaki duvarda iki pencere ve pencerelerin orta bölümünde tahtadan bir kapı var.
Kızgın bir kalabalık kapıya yüklenmiş.
Atlı askerler milleti galeyana getiriyor:
“Çık dışarı pis Ermeni” diye çağıranlar,
“La ilahe illallah Muhammedîn rasululah” diye bağıranlar var.
171
Birazdan kapı açılıyor. Kapıda başına siyah yuvarlak kep takmış, yakasız gömlek, siyah şalvar giymiş, pos bıyıklı 40 yaşlarında bir adam beliriyor.
Kalabalıktan biri adamın yakasına yapışıp çekiyor, demirciyi yalın ayak sürükleye sürükleye köyün ortasına getiriyorlar.
Demircinin 12 yaşındaki kızı ağlayarak, babasını sürükleyip götüren kalabalığı köy meydanına kadar izliyor.
Burada demircinin etrafında bir halka oluşturan asker ve köylüler bağırıp çağırıyor.
Bir asker eline aldığı kürekle bir dut ağacının altındaki çocuk bokunu alıyor, demircinin önüne bırakıyor.
Rütbeli bir Osmanlı subayı kalabalığın duyacağı bir ses tonuyla bakın kendisine bir şans tanıyoruz:
“Ya önüne konan boku yiyecek ya da şahadetini getirecek!” diye bağırıyor. Köylüler hep bir ağızdan:
„Kirve şahadetini getir, kirve şahadetini getir“ diye yalvarıyor.
Demirci dininden olmak ile bok yemek arasında öylece dalmış, duruyor. Bir asker demircinin eline bir çubuk tutuşturuyor.
Subay, köylüleri galeyana getirmek için:
“Bakın, bakın bok yiyecek ama şahadetini getirmeyecek“ diye bağırıyor. Köylünün biri demircinin yakasına yapışıyor:
“Ye ulan, yine Ermeni inadın tutmasın!” diyerek kızıyor.
Demirci şaşkın bakışlarla köylüyü süzüyor:
“Kirve biraz sabırlı ol, acele etme, bu bok yemektir, başka bir şey değildir!” diyor. Bu sözler karşısında köylüler gülüyor.
Demirci ölümü göze alıyor, çubuğu önündeki boka batırarak ağzına götürüyor… Bu ara subaylardan biri:
172
“Vurun kafire” diye bağırınca, kalabalık adamı taşlamaya başlıyor, sopalar kafasına iniyor, linç edilerek katlediliyor.
Bu manzarayı izleyen 12 yaşındaki küçük kız, çığlık atarak evine doğru koşuyor. Bu durumu fark eden atlı Hamidiye alayı subayı kızı kovalayarak atıyla önünü kesiyor, eğilip kolundan yakalayarak atın üzerine, kucağına alıyor. Ve diğer askerlerle birlikte hızla köyden ayrılıyorlar.
Âdem neredeyse sendeleyip düşecekti ama tekrar annesinin sesi kulaklarında
Yankılandı:
Oğlum Âdem, atlı adam beni Lice’ye evine getirdi.
Orada Müslüman oldum. Adamın benim yaşımda bir oğlu vardı. Biz daha on sekiz yaşındayken Şeyh Sait isyanı patlak verdi. Türk devleti ailenin reisini, yakın akrabalarının hepsini öldürdü. Biz de tesadüfen kurtulduk. Üç yıl sonra beni Tuunst`an getiren adamın oğluyla evlendim. Sen bizim üçüncü çocuğumuz olarak doğdun.
– 17-
Yeni girdiği havalandırma 9. ve 10. koğuşların havalandırmasıdır. Kalabalıktan anlaşılmaz bir uğultu yükselmektedir.
Yere çömelmiş tutukluların gözleri yaşlarla doludur.
Kalabalık tutuklu gurubuna yaklaştığında sesler bıçak gibi kesilir.
Gözler Âdem`e dikilir.
Âdem dikkatlice bakar. Her tutuklunun elinde kuru bir ekmek vardır.
Olağan bir durumla karşılaşmıştır diye sevinir kendi kendine.
Arkasından gelen Akın’ın “Kremi ekmeğin üzerine sür” komutuyla düşüncelerinden sıyrılır.
Koğuşun ortasındaki krem deterjan kutusu tutukludan tutukluya dolaştırılır….! Kutuyu alan her tutuklu krem deterjanı ekmeğinin üstüne sürer.
Ardından bir bidondan bardaklara deterjanlı su doldurulur.
Lokma başına, komutla coplanan tutukluların mideleri doldurulur.
173
Neler oluyor diye düşünmesine izin verilmeden Mevlut Çavuşun ekibi Âdem`i kolundan tuttukları gibi çekip götürürler.
-18-
Âdem 11 ve 12. koğuşun havalandırmasındadır. Yine hava sıcak.
Tutukluların tümü belden aşağısı çıplak tutulmaktadır.
Belli ki her günkü rutin uygulamaların başlamasını beklemektedirler. Bir komando asker: “Dikkaaaaat! Hazırmısınız lan ibneler!”
“Hazırız komutanım” diye sesler yükselir.
“Herkes eline bir sigara alsın! Lan göt verenler”
Eller sigaralara uzanır. Ve hazır ol vaziyette komut beklenir.
“Komut bir, Sigarayı yak!”
Tutuklular ellerindeki çakmakla sigarayı yakarlar.
“Komut iki, Sigaranın filtresini kıça tak!”
Sigaralar kıça takılır.
Komut üç, Domal, Eller dizde volta at!”
Adem buralarda kıçla sigara içirildiğini görünce yaşadıklarının bir kabus olduğuna inanır…!
-19-
“Ya rabbim” der Âdem.
“Ben nereye düşmüşüm? Cehennemin hangi tabakasındayım?
Allah’ım! Eğer burası bir cehennem ise nasıl bu kadar zalim olabilirsin? Yok eğer burası 5 Nolu Diyarbakır E tipi Cezaevi ise bu kadar zulme nasıl tahammül edebiliyorsun? Haşa yoksa benim görmekte olduğum sadece bir rüya mı?” diye serzenişte bulunur.
174
Belki de akli melekelerimi yitirdim de sadece hayal görüyorum diye düşünür. Neleri yaşamakta olduğuna daha karar kılmadan ayakları ve yanındaki komandolar onu 13. ve 14. koğuşların havalandırmasına ulaştırırlar.
Burada da tutuklular kendilerine reva görülen azap türünü sergilemeye hazırlanmışlardır.
Gördüklerine tutuklu demeye bin şahit lazım. Karşısında iskelete dönüştürülmüş
Yaratıklar vardı sadece.
İşte bu iskelet yaratıklar az sonra tüm hünerlerini ona göstereceklerdi…
“Öl!” dendi mi ölünecekti, “diril!” dendi mi dirileceklerdi!
Oyunun adı da “Öl-Diril” oyunu olacaktı.
Yanındakiler gerçekten komando muydu yoksa zebani mi, onu bile karıştırmışken, zebani komando Er Akın komutunu verir:
“Yuvarlak halka olarak dizil!”
Tutuklular havalandırma salonunda hemen halka oluştururlar.
“Kısa boylu sen, ortaya geç!”
Kısa boylu tutuklu halkanın ortasına gidip hazır ol vaziyette bekler.
“Öl! dediğimde dikilmiş bir kalas gibi dümdüz yere düşeceksin! Anlaşıldı mı yavşak!”
Tutuklu yüksek bir sesle “Emredersin komutanım” diye bağırır. Akın:
“Öl!”
Tutuklu ayakta can vermiş gibi bir kalas düzlüğünde yere düşer. Akın:
“Diril”
Tutuklu hızla ayağa kalkarak hazır ol vaziyete geçer. “Öl-diril” oyunu tutuklu kalkamayıncaya kadar devam eder. Sonra sıra bir başka tutukluya gelir.
175
Adem’i alıp götürürler.
-20–
Koridorların birinde yürütülmektedir Âdem.
Ve kulaklarına işkence feryatları ulaşmaktadır.
Bazen askeri marşlar, bazen da acı yüklü çığlıklardır duydukları.
Yalvarıp yakarmalar da bu çığlıklara ve askeri marş seslerine karışır.
15. ve 16. koğuşun kapısında hareketlenmeler görür.
Tutuklular tekme ve kalaslarla dövülüp koğuştan havalandırmaya çıkarılmaktadırlar.
En son da o alınır havalandırmaya.
İçeri girince tutukluları anadan doğma çırılçıplak bulur.
Hepsi bir deri bir kemik kalmıştır.
Sıfıra vurulmuş kupkuru kafaları ve çukura düşmüş gözleri ile bir hayaleti andırmaktadırlar.
Cehennemin bu tabakasındaki azabın ne olduğunu merak eder. Asker komutunu verir: “Yavşaklar! Tek sırayı gir!”
Çıplak tutuklular tek sıra halinde dizilirler.
“Baştaki ibne sırtüstü yat!”
En öndeki tutuklu hazır ol vaziyette sırt üstü yere yatar. “İkinci ibne yatanı bacaklarının arasına al!
Cinsel organını ve testislerini iki elle tut!”
İkinci tutuklu denileni aynen yapar.
“Yavşağı tart! Kaç kilo olduğunu bildir!”
Arkadaşının testislerini ve cinsel organını elleri arasında tutan ve onu kaldıran tutuklu bağırarak:
176
“ Tarttığım Mardin doğumlu Ali Kaya’dır. 50 kilo gelmiştir. Emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım” der.
Tartan tartılanı yere bırakır.
Bu sefer de tartılan tartanı tartmaya başlar!
Kantar da tartılan da insandı burada. Birinin ayakları yerde, diğerinin ise gövdesi havada.
Ve daha onlarca kişi vardı sırada.
O tanıktı.
İnsanlar vardı, ama insanlık yoktu burada.
– 21 –
Şimdi girdiği koğuş tertemizdir.
Tutukluların bakışları tedirgin, suratları bezgindir.
Onu ve yanındaki zebanileri görünce üç sıra halinde dizildiler.
Sırayla, bir, iki üç… diyerek otuz üçe kadar saydılar.
Sayım bitince sessiz kalıp gelecek olan komutu beklediler.
Koğuş gardiyanı Jilet insanın içini ürperten bir ses tonuyla “ Çöp bidonunu koğuşun
Ortasına al!” dedi.
Bir tutuklu tuvalete koşarak elinde bir çöp bidonuyla birlikte geri döner.
Suratının ortasında sanki cetvelle çizilerek kesilmiş ince ve uzun burnundan dolayı jilet lakabını alan gardiyan:
“Çöpü yere dök!” deyince, sigara izmariti, çamur, süpürge döküntüleri, bez parçaları ve yara sargılarından oluşan pislik koğuşun ortasına saçılır.
Jilet:
“Rahat! Hazır ol!”
Kolları ve bacakları titrer tutukluların. Denileni yaparlar. “ Bütün çöpler yenilecek! Son sayı üç!” diye bağırır Jilet.
177
İnanılmaz bir hızla çöpler ve çaputlar yutularak mideye indirilir. Jilet “üç!” dediğinde koğuş yalanarak temizlenmiştir bile.
….. Ve Âdem dövülerek 17. koğuştan kovulur.
-22-
Âdem tek başına 19. koğuşun havalandırma kısmındadır.
Bugün cehennem sessiz.
Koğuşlarda çıt yok.
Zebaniler ise ortalıkta görünmüyorlar….
Zaten itekleyerek onu havalandırma bölümüne atmışlardı.
Kendileri içeri girmediler.
Belki de işkenceci başı “Yeni İcatlarını aktarmak için onları çağırmıştı.
“Şimdilik ortada yoksunuz, ama imanım gibi biliyorum ki Yüzbaşı Esat’tan öğreneceğiniz yeni yöntemleri gelip bütün koğuşlarda uygulamaya başlayacaksınız. Ortalığı cehenneme çevirecek, sessizliği vuracaksınız, ” dedi kendi kendine.
“Zulümden kurulu kalelerinize yeni burçlar ekleyeceksiniz!
Korkularınızdan kurtulmak için korkutmaya çalışacaksınız” diye söylenirken demir kapı açılıyor.
Zebaniler kahkahalarla havalandırmaya giriyor.
En öndeki Mevlut Çavuş yeşil küçük bir kurbağayı bacağından tutmuş sallıyor; yanındaki dört komando ise kurbağaya bakıp dudaklarını yalıyorlardı.
Mevlut Çavuş avazı çıktığı kadar bağırıyor: “Havalandırmaya hazırlan! Lan yavşaklar!”
Anahtar şıkırtıları, demir kapının sesi duyuluyor.
Tutuklular koşarcasına havalandırma sahasını dolduruyorlar.
Uzun boylu şişman, kırmızı suratlı 19. Koğuşun gardiyanı Cellat, kıçında durmayan pantolonunu bir eliyle yukarıya çekerek tutukluların karşısına dikiliyor:
178
“Rahat! Hazır ol!
“Yat! Deyince, yatıyorlar.
“Sürün!” deyince sürünüyorlar. “Kalk!” deyince kalkıyorlar. “Hazır ol!” deyince, oluyor. Cellattın komutlarına harfiyen uyulur.
Ardından tutuklular duvar dibinde sıralanır.
Bu arada Mevlut Çavuş da havalandırma sahasının ortasına yürür. Bacağından tuttuğu yeşil renkli küçük kurbağayı havaya kaldır ve bağırır: “Gördüğünüz bu kurbağa çiğnenmeden yutulacak” diyor.
“ Daha bitmedi, bitmedi…. Yutulan bu kurbağa tekrar kusulacak!” diye ekliyor. “ Unutmayın bir şartım daha var!”
“ Kurbağa midede bayılmayacak! Bayıltan domalacak!”
Canlı kurbağa sırayla teker teker tutuklulara yutturulur.
İki parmak boğaza sokularak tekrar kusturulur.
Kurbağa bayılmışsa, bayıltan domaltılır, domaltılanların kıçı coplanır. Kurbağayı bayıltmayanlarsa domalmama zaferinin sevincini yaşar.
Âdem yolculuğuna devam eder.
-23-
Mevlut Çavuş ve ekibi Âdem`in yüzünü bir koridorda duvara çevirip hazır ol vaziyete geçirdikten sonra kaybolurlar.
Âdem koridorda birinin geldiğini ayak seslerinden anlar.
Yaklaşmakta olan adamı göz ucuyla süzdüğünde; onun bir deli olduğunu fark eder.
Delinin saçı sakalı birbirine karışmış. Üzerinde lacivert bir pantolon, aynı renkten askeri bir mont var.
Deli kendi kendine bir şeyler mırıldanıp konuşuyor.
179
Dünya umurunda değil, delinin.
Duvara nakşedilmiş Atatürk portresinin karşısına geçiyor
Portrenin altında italik yazıyla yazılmış “ Ne mutlu Türküm diyene!” vecizesini sesli bir biçimde okuyor.
Vecizeyi okuduktan sonra tekrardan Atatürk’e bakıyor.
“Çi virreki lavo! Çi virreki!”
“Min got “ez Tırkım” Qet şa nebum. Rezil û perişanbum”[2] Ardından bir kahkaha daha atıyor.
Atatürk’ün portresine bakıyor.
Tu çi bê dengi lavo! Wiha çawxar nenêre min!
Ezê diya Evren’ê tenim ha!![3]
Bu ara Mevlüt Çavuş ve ekibinin ayak sesleri geliyor.
Yan koridordan Adem`in dikili olduğu ana koridora giriyorlar. Adem`e “yürü” diyor Akın. Yürüyorlar. Delinin yanından geçerken Mevlüt Çavuş deliye soruyor:
“Lan Salih! Ne yapıyorsun burada?”
“Atatürk’le dertleşiyoruz komutanım.”
Mevlut Çavuş: kahkahalarla gülüyor.
Âdem, katillerin de gülebileceğini ilk defa görmenin hayreti içinde kalıyor. Mevlut Çavuş:
“Atatürk’le ne konuşuyordun Salih?”
“Mutlu olmadığımı söylüyordum, komutanım.”
“Peki o ne diyor?”
“ Dili tutulmuş! Konuşamıyor ki ……!”
180
-24-
Âdem`i 20 ve 21. koğuşun havalandırmasına götürüyorlar.
Deli Salih’in sözleri kulaklarında uğulduyor.
Birkaç dakika sonra yüze yakın tutuklu havalandırma alanında hazır bulunduruluyor. Havalandırmaya gelenlerin tümünün belden yukarısı çıplak!
Birazdan koğuşun gardiyanı dışarı çıkacak ve ne olacaksa işte o zaman olacak! Komandolar küfürler savurarak havalandırmaya giriyorlar.
Sağa sola komutlar veriliyor.
… ve herkes “hazır odla” bekliyor.
“Rahat!” diyor kısa boylu, sivri burunlu, bol elbiseli ve boynunda kırmızı lekeler bulunan gardiyan.
Yüz tutuklu eğitimli askerlerden daha disiplinli bir biçimde rahata geçiyor. “ Hazır ol!” deyince de aynı biçimde “hazır ol da” duruyorlar.
Uzun boylulara karşı duyduğu aşağılık kompleksi ile gözleri hazır ol da sola yalpalanmış grubun en uzun boylusu bir tutukluya ilişir. Yanına gider “Domal lan yavşak!” der. Tekmelerle uzun boylu tutukluyu yere serdikten sonra “yerine geç!” der Dev.
Dev:
“Komando marşına başla ve koş!”
Yüz tutuklu hep bir ağızdan
“Komandoyuz biz! Komandoyuz biz!” diye bağırır.
Dev:
“Ses çıkmıyor lan ibneler! Kocatepe ol!”
Komutla birlikte tutuklular havalandırma sahasının ortasında birbirlerinin üstüne binerler.
Dev, diğer komando erlerle birlikte coplarına davranıyorlar.
181
Saniyeler içinde havalandırma sahasının ortasında insanlardan bir tepecik oluşur. Yüzbaşı Esat zaten çoktan ismini koymuştu bu insan tepeciğinin:
“KOCA TEPE!”
Komando asker:
“Lan sen en üstteki yavşak! Ayağa kalk!”
En üstte bulunan tutuklu ayağa kalkar.
Dev tepenin üstünde dikilmiş duran tutukluya:
“Lan sen Atatürk’ün Kocatepe’deki pozisyonunu al!”
Kalpaksız tutuklu gözlerinin üstünde eli ile uzaklara bakan Atatürk pozisyonunda arkadaşlarının üstünde ayakta beklerken ayaklarının altından çığlıklar yükseliyor.
Nefesi kesilenler canhıraş feryat ediyor.
Bağırabilenler şanslı! Nefes alamayanlar da bağıramıyor. Dev: “Ayaktaki yavşak!”
İstiklal Marşını oku!”
Tepedeki tutuklu da marşı okumaya başlar, marş “Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal” dizesiyle son bulur.
Marş bitince “Kocatepe! Dağıl!” komutu gelir.
Ölen ölmüştür. Kalan sağlar sizindir.
Bayılanların üstüne soğuk su dökülerek ayıltılmaya çalışılır.
Soğuk suyla ayılamayanlar ise falakayla ayıltılır.
Falakayla da ayılamayanların burun uçları çakmakla yakılarak ayıltılmaya çalışılır. Bu hengamede bizim Âdem da payını almıştır!
Ama o, diğerlerinden daha şanslıdır.
Kendisine gösterilmesi gereken şeyler kalmıştır
Ve onu dolaştırmaya çıkaranlar ayaklar altından alıp çıkarmıştır.
182
Bu “iyiliklerine” karşılık o da nizami adımlarla yürüyerek alındığı yere varmıştır.
– 25 –
Âdem, eni üç, boyu üç adım olan bir hücrede dolanmaktadır.
Yırtık askeri elbiselerle dolu bir döşeği ve bir de battaniyesi bulunmaktadır. Hücrenin ön cephesi demir parmaklıklarla örülmüştür.
Arka tarafta ise dar yerde bir tuvalet vardır.
Gece boyunca gözlerine uyku girmez. Gördüğü manzara ve çığlıklarla irkilerek uyanır.
Kendisine batan yatağında ha bire dönmektedir.
Bir diş ağrısı tutmaya başlar.
Bastırmaya çalışır ağrılarını; bastıramaz.
Sonunda “Komutanım” diye bağırmaktan başka çare bulamaz.
“ Ne var lan ibne!” diye bir ses duyar komutanım diye seslendiği taraftan. “Dişim çok ağrıyor” diye inler çocuk saflığıyla.
Hücrenin kapısı açılır. O gece Kambur ile Kara bela nöbetçidir.
Salona alınır.
Bayılıncaya kadar dövülür.
Bütün vücudu sancılar içinde kalan Âdem diş sancısını da unutur.
Derin bir uykuya dalar……!
-26-
Mevlut Çavuş’la Akın sabahın erken saatinde Adem’i uyandırıp, alelacele salona çıkarırlar.
Mevlut Çavuş:
“Dün akşam bir yerin mi ağrıyordu yavrum!? diye sorar