Şilan Yaşar / Peşmerge birlikleri, İran-Irak savaşının tam orta yerinde olmaktan kaynaklı sıkıntılar yaşıyorlar.
Kurtarılmış mevzileri ellerinde tutmak, askeri eğitimlerin yanı sıra nöbetler hayati önem taşıyordu.
Bazen hiç beklenmedik bir anda iki taratan birinin attığı bombaların etki alanında kalıp , oldukça zor anlar yaşıyor, çok ciddi zayiatlar verildiği söyleniyor.
Kürdistan’ın doğusu ve güneyi arasında rahatlıkla gidip gelebiliyoruz. Bugün ilk kez televizyon izledim. TV. de Humeyni konuşuyor, ağlayarak salya sümük akıtarak.. İğrenç bir görünümde. Şaşırdım!
Türkler de, zalimdir, despottur ama ağladıklarını görmüşlüğümüz yoktu. Ağlarken ki hallerini düşündüm..
Hele ki; Kenan Evren ve konsey üyelerini , kulüp rakısı gibi yanyana diziliyken, ağlayan cuntacı paşalar !…
Vallahi yüreğimin yağı erirdi herhalde…
–Ohh!- dedim… Beter olsun, neden ağlıyor bu Despot Molla?.
-Boşuna sevinme!, dediler. Timsah gözyaşları bunlar. Savaşta ölen 14-15 yaşındaki çocukları şehitlik mertebesine gönderdiğini ailelerine müjdeliyor – , dediler. Meğer sevinç gözyaşları döküyormuş!.
Ölenlerin listesi dakikalarca sürdü. Bu hiç de adil bir şey değildi!,
Hayatlarının baharında daha ölüm diye bir seyin ne olduğunu bilemeyecek, anlamlandıramayacak kadar küçücük çocuklar… Humeyni gibi despot Mollalar yaşasın diye ölüme gönderiliyorlar…
Humeyni “Siz de sehit olun, biz de sehit olalım insallah!” temennisini ağlaması çok saçma ve yapmacıktı.
O gencecik çocuklar, Humeyni gibi sinsi bunakları korumak için şehit oluyor.
Ama bu hiç de adil bir şey değildi!
Yaşını başını almış, bunamışların rahatı, güvenliğ, lüks hayatlarına devam edebilmeleri için çocuk yaşta can veriyorlar.
Nedense hiç bir Molla’ya ve Molla’nın çocuğuna da nasip olmuyor bu büyük mertebe!
Onların çocukları sırra kadem basmış, onlar ülkenin gelecekleri, onların kariyerlerine yatırım yapıyorlar, onlar hayatlarına ülke dışında devam ediyorlar… Hiç birisi polis olmuyor, asker olmuyor, cepheye gitmiyor, ateş hattına sürülmüyorlar. Molla babaları, onların “yaşaması” için elinizden geleni yaparken, başkalarının çocuklarına “şehit olun!” demek hiç de adaletli değil! Darladım..
Bir daha Televizyon izlemeyecem!.
Aklıma Angeles Arrien`in mitolojik güç kavramını üç başlıkta tanımlamasını çağrıştırdı: Kişinin gücü, iletişimin gücü ve kendini adadığı geleceğin gücü. Kişinin gücü insanların içinde bulundukları ortamda kendilerini nasıl var ettikleriyle ilgili; kimi, bakışı ve duruşuyla sinik, ezik bir varoluş. Kimisi bakışı ve duruşuyla diğerlerini ezen, rahatsız eden bir varoluş sergiler. Kimisi de, ortamda bulunduğunu öyle bir iade eder ki, bu ifade ediş içinde herkesi değerli ve onurlu kılan bir varoluş sergiler. İletişim gücü, kişinin kime neyi, ne zaman nasıl söyleyeceğini bilmesidir.
Kendini adadığı geleceğin gücü, bu güç sorumluluk duygusu içinde gösterilen eylemden kaynaklanırdı.
Eylemin bütünlüğü ve kararlılığıdır.
Humeyni sinik ezik rasyonel olmayan korkularla ve ideolojilerle tanrının ayeti mevkine sinsice kendini çoktan oturmuştu bile.. İmam değilken imam oldu, Artık, O bir İmam, O bir ayetti, o Ruh-ullah, Ayetullah, bir tanrı buyruğu olmuştu.
Sorgulamadan İmam koltuğuna oturtular ve diğer tabular gibi kabul etmişler. Çünkü artık o yobaz kutsaldı. Ve o tapılan nesne veya kişi tanrının hediyesidir.
Cehaletin beslediği müritlik felsefesi. Düşünmek yorucu iştir… belkide, onun için bilmedikleri anlamadıkları bir dilde, bir din inancına düşünmeden inanmayı seçmeleri inanılır gibi değil.
Öyle ki, insanlar, ölüme sürülen çocuklarından çok , Humeyni ağlıyor diye ağlayan ve kendilerini döven bir toplum !
Ankara Mamak cezaevindeyken, bir sabah uyandığımda duvarlara asılmış kurandan alınmış ayetler gördüm.
Resmen karanlıkta afişlemeye çıkmışlardı.
-Kenan Paşa hidayete ermiş koşun arkadaşlar!, dedim.
Gülüşmeler arasında bir kaç ayet okuduk ya da okumadık sırtımıza coplar inmeye başladı. Biz hala gülüyorduk. O’günden sonra duvarlarda ayetler sürekli asılı kaldı.
Ülkeyi yöneten asker, öylesine pervasızca zulmediyor, öylesine halkı ve devleti soyuyorken, Diyanet`i de boşlamıyordu. İmam adaylarına okuttukları yemin metni aynen şöyleydi:
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılap ve İlkelerine, Anayasa’da ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine
sadakatle bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma; Türk Milletinin milli, ahlaki insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup, bunları geliştirmek için çalışacağıma; insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan milli, demokratik, laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarımı bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”
Bu yemin metni asla bir din adamının dini mülahazalarla edeceği bir yemin değildi. Bu ancak devletin ırkçı tapmayı da bir dini vecibe sayan bir anlayışın yemin metniydi. Türkiye’de – Diyanet işleri Teşkilatı- belli bir mezhebe, sünni inanca göre düzenlenmişti. Oysaki toplumun üçte biri de Alevi. Laik bir ülke olmakla övünen bir ülkede böylesi bir teşkilatın varlığı söz konusu bile edilmemeliydi.
Bugün anladım ki, Kenan Evren Paşa’nın duvarlara astırdığı ayetleriyle yaşamakla Humeyni’nin fetvalarıyla yaşamak arasında hiçbir fark yoktu, ikisinde de nasıl yaşayacağınıza onlar karar veriyordu. İkisinde de devlet halkını köleleştirmek herkesin aynı hayatı yaşamasını, aynı biçimde düşünmesini, aynı hayat tarzını benimsemesini istiyorlardı. Birinde Askerlerin hayat tarzı, diğerinde Mollaların hayat tarzı zorbaca sinsice dikte ettiriliyordu.
İran İslami Cumhuriyetinde bu durum Türkiyede olanın tam tersi olarak; Şia rejimi olarak dayatılmış..
Türkiye’de olduğu gibi; hak hukuk adalet hak getire, kendisi gibi düşünüp inanmayanları kendisi gibi inanmaya zorlamak…
Kendinden başkasına inanç özgürlüğü tanımamak, başkasının hakkını, hukukunu yaşam hakkını reddetmek!…
Ayetullahlar İran’da Şeriat kanunlarıyla ülkeyi yöneten bir avuç desot Molla’nın tanımı. İktidara gelir gelmez Ayetullah rütbesiyle Allahın ayeti kesiliyorlar.
Meğer ne hikmet ! … Ne bitmez bir ayetmiş bu!
Güya -Şer’i- kurallara dayanıyor, Şeri esaslara göre yönetiyorlar ülkeyi !. Sorgusuz sualsiz öldürmenin adı bu olsa gerek!
Farklı mezhep rejimleri gibi görünseler de, Türkiye Cumhuriyeti ve İran İslam Cumhuriyeti’nin icraatta hiç bir farkları yok.
Hele ki, söz konusu Kürtler olunca Ümmet-Muhammed, teranesini bir yana bırakılıp Kürtlerin başına cellat-tanrı kesiliyorlar.
-Devam Edecek-