Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Akıl tutulması

Zeynel Abidin Kızılyaprak / Güneş tutulması malum: Ay, dünya ile güneşin arasına girince güneş ışınlarından mahrum kalır dünya, bir süreliğine… Nadiren olur; yılda en fazla beş kez.

Peki gündelik patırtı-gürültü, insanın düşünce sistemi ile ‘normalizasyon’ arasına girince ne olur?

Normalde akla gelmesi gerekenler akla gelmez, normalde sorulması gerekenler sorulmaz olur ve düşünce sistemi, gündelik gürültü-patırtıyı filtre edip kavramlaştıracak normalizasyondan mahrum kalır: ‘Akıl tutulması’ diyebiliriz buna. ‘Bizde’ nadir değildir, evvelallah 7/24 nöbettedir…

Alın şu referandum konusunu. ‘Zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış’ demeyeceğim ama Güney’in referandum süreci Kuzey’de bu deyime yakın tartışılıyor; güncelin gürültü-patırtısı ‘normalizasyon’u yine bloke ediyor.

Bu tutulma olmasaydı, mesela güncelden hareketle, “Bizde niye olmuyor?”u değil şunu tartışıyor olabilirdik: ‘Bizde’ böyle bir referandum olsa, ne sonuç çıkar?.. Tamam, yılların asimilasyonu şunu-bunu… Ama bunların etkisini düşşeniz bile elinizdeki sonuç pek manidar olacaktır, hepimiz biliyoruz bunu…

Neden?..

Çok daha derinlerde tarihsel nedenler olmasın?..

Ve bu nedenler, mesela, “Ah keşke biz de böylesi referandumların eşiğine gelebilsek” hayıflanması/hedefi yerine başka türlüsünü düşünmemizi sağlarsa, ne yapacağız o zaman?.. Bilemiyoruz; akıl tutulması bu soruları da yanıtlarını da karanlıkta bırakır.

Biraz geriye, ama hala güncel sayılabilecek bir vakaya gidelim; şu ‘hendek savaşları’na… Ama ona gitmeden önce 2011’de başlatılıp sonra hızla sönümlenen bir kampanyayı hatırlayalım:

“Benim İçin Ölme, Benim İçin Öldürme!”…

Başlatanlar Kürtlerdi, ama biraz AKP kokulu Kürtlerdi…

Herneyse, konumuz başlatanlar değil. Konumuza dönelim. Konumuza ilişkin veriler şöyle:

a) PKK’nin programatik hedefleri ‘hendek savaşları’ döneminde de, az önceki ‘çözüm süreci’nde de aynı.

b) Araya giren iki değişken var. Biri ‘çözüm süreci’nin bitmiş olması, diğeri Rojava; isteyen bu ikilinin sıralamadaki yerini değiştirebilir…

c) ‘Hendek savaşları’ denilen şey, yöntemin ruhu itibariyle, ‘düşmanı vatan topraklarından atma/vatana sokmama’ tarzıdır; merkezi devletle işbirliğini/anlaşmayı çağrıştıran özerklik ve hatta federasyon hedefiyle bu yöntemi yan yana koymak neredeyse imkansızdır.

Kaldı ki PKK, tek parçada bağımsız Kürt devletini savunanı bile ‘Misak-ı millici’ olarak eleştirip bağımsız-birleşik Kürdistan’ı savunduğu dönemlerde dahi bu tarz bir yönteme başvurmamıştır. ‘Başvuramamıştır’ denilirse, ‘serhildanlar’ döneminden söz edilebilir; 90’larda başvurma gücü vardı ama yapmadı.

Şimdi bu üç veriyi yan yana koyun, bir de PKK politik literatürüne göz atın. İki değişkenden biri ya da ikisi nedeniyle PKK programatiğini değiştirdiğini ilan etmiş olsa, durum biraz anlaşılabilir. Ama yok. Hatta hiçbir şey yok: Sanki böyle bir yönteme başvurulmamış gibi… Hayır, asıl akıl tutulması bu noktada değil, şurada: Tam da Kürt kokulu bir “Benim İçin Ölme, Benim İçin Öldürme!” çığlığının yükselmesi gereken o anda o ses neden çıkmadı?.. Sorunumuz belki de ‘vesayetsiz bir ses’imizin bile olup olmamasındadır, kimbilir…

Hadi biraz da Ankara’ya, parlamentoya göz atalım. Malum; Erdoğan, sır olmayan başkanlık sistemi özlemini MHP’nin desteğiyle realize etti. Bu işbirliğinden MHP’nin hanesine kâr olarak yazılan ise, normal bir başkanlık sisteminin olmazsa olmazı (ve Türkiye kapsamında Kürtlerle direkt ilintili) ademi merkeziyetçiliğin anayasa değişikliğinde adının dahi geçirtilmemesi ve kilit parti haline gelmesi oldu. İşe ve özellikle emniyet ile eğitim departmanlarında kadrolaşmaya susamış MHP’lilere bu doğrultuda yol açan bir süreci başlatması ile ‘reklamın kötüsü olmaz’ bahisleri ise ekstra bonusları…  Parlamentodaki bir parti ne yapar? Politika yapar elbette: MHP’nin yaptığı tam da bu. Peki bilen var mı, HDP ne yapar?.. Konuya ilişkin şunu yapar: “Seni başkan yaptırmayacağız!” (Hem de daha ortada -AKP’nin yıllar önce hazırladığı bir taslak haricinde- anayasa değişiklik süreci yokken.)

Güzel.

Başkanlık sistemine karşıysan, güzel bir slogan. Peki HDP başkanlık sistemine karşı mı? Soruyu şöyle sormak daha mantıklı: “Başkanlık sistemine karşı değiliz” diyen Abdullah Öcalan’ı eleştirerek bu sistemin reddine mi karar vermiştir HDP?

Duydunuz mu böyle bir şey?

Hayır.

‘Hayır’dan öte; böyle bir şey HDP bahsinde eşyanın tabiatına aykırı. Öyleyse elimizde şu var: HDP, ilkesel olarak başkanlık sistemine karşı değil ve Erdoğan da bu sistem için fırsat kolluyor; hem de yıllardır. Matematik de bize, başkanlık sistemine kesin biçimde karşı olduğunu söyleyen CHP’yi hariç bırakırsak, parlamentoda 330’un ya AKP+HDP ya da AKP+MHP ile sağlanabileceğini söylüyor. Ve elbette AKP+HDP ile sağlanacak bir değişiklik, hali hazırdaki tam alaturka ve anti-demokratik değişikliğe göre daha hallice ve ademi merkeziyetçiliğe ucundan kıyısından da olsa yol verebilecek yapıda olurdu.

Biliyorum şimdi birileri “Ama tam da o dönemlerde HDP’liler tutuklanıyordu” falan diyecektir. Olabilir. Eğer parlamentoya devrim yapmak için değil politika yapmak için giriyorsan pazarlığa zulme uğramışlığını da ekleyebilirsin…

“Ama Erdoğan işbirliğini ya da sistem üzerine pazarlığı kabul etmezdi ki” itirazlarını da duyar gibi oluyorum ama karşınızdakinin ne yapacağından azade bir tutum alış ihtiyacından, ön alma politikasından ve reddedildiğin zaman bile kazançlı çıkma hünerinden söz ediyoruz…

Akıl tutulmalarında yukarıdaki türden sürü-dışı normal fikir yürütmeler “saçma!” addedilir, ‘hüner’ filan gibi kavramlar ise adamakıllı lükse kaçar…

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

seven + 9 =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla