Bayram Ayaz- “ “Altı yüz dönüm civarında babadan kalma arazim var. Bu topraklar babamdan kalsa da Kürt halkının malıdır. Ben de bu toprakları Kürt halkı için yararlı işler yapan bir kuruma bağışlamak istiyorum. Akrabalarımla görüşeceğim. Eğer toprakları almak isteyen varsa, bedelini bağışlayacağım. Yoksa arazileri bağışlayacağım. Tercihim de İsmail Beşikci Vakfı’dır” Dr. Tarık Ziya Ekinci
***
Tarık Dayı’nın (biz O’na hep Abê ve/veya Dayı diye hitap ederiz, son yıllarda hep Dayı diye hitap ettim) gurur duyulacak saygın kararı, şubat ayında sessiz sedasiz gerçekleşmiş. Değerli Ruşen Abê dün aşağıda paylaşacağım yazıyı yazmasa hiçbirimizin bu karardan haberi bile olmayacaktı.
Neden haberi olmıyacaktı diye, yazıyorum?
15 Şubat günü Tarık Dayı’yı telefonla aradım, hal hatırını sordum, O’na ve Perihan Yenge’ye saygımı ilettim. Bu arada 95. Yaş gününü de kutlamak istedim. Benim aklımda 15 Şubat kalmış, meğer 18 Şubat imiş. Artık pek dışarı çıkamadığını söyledi ve dolayısıyla 95nci Yaş Günüyle ilgili özgün bir programının olmadığını söyledi.
Yukarıdaki cümleleri yazmamın amacı doğum günü değil. Ruşen Abê’nin yazısını okuduktan sonra, Tarık Dayı‘daki başka bir erdemliliğine bizzat tanıklık etmiş oluyorum. Telefon görüşmesinden söz etmemin asıl amacı budur.
Ruşen Abê’nin verdiği bilgilerden anlıyoruz ki, sözkonusu arazilerin satışı ve ederinin İsmail Beşikçi Vakfı’na devri şubat ayında sonuçlanmış. Bir ihtimal, Tarık Dayı devir işlemini 95. Yaş Gününe denk getirmek istemiş de olabilir. Bu konunun masada olduğu, hatta gerçekleştiği günlerde bir telefon görüşmesinde bu konudan asla söz etmiyor.
Arazileri biliyoruz. Diyarbakır havzasında verimli bir tarım arazisidir. Çolak bir arazi de olabilir, fark etmez. Burada önemli olan mirası Kürd halkının malı olarak tanımlaması ve bu halkın davasına katkı için vakfedilmesidir. Ve bunu, sessiz sedasız gösterişten uzak yapmasıdır. Bu, erdemliliktir, saygın bir davranıştır, gurur duyulacak bir tutumdur.
Tarık Dayı’ya ve Perihan Yenge’ye olan saygımı kat kat artırdı. Bu örnek tutumlarından gurur duyuyoruz. Büyüklerimiz olarak bize dava insanı olmanın örneğini sergilediler, yol gösterici oldular. Teşekkür ediyorum, sizlere minettarım.
Tarık Dayı’nın ilk vakıf girişimi 90lı yıllarda „Lice Vakfı“ oldu. Lice Vakfı, bugünkü Kürd Kültür Vakfı (KAV) binasını satın aldı ve sonra KAV’a devir edildi. Lice Vakfı, varlık gösteremedi. Bir de şehit edilen kardeşi Av. Yusuf Ekinci adına bir aile vakfı var. Bildiğim kadarıyla o da şehit Yusuf Ekinci’nin anısını canlı tutmaya çaba gösteriyor, çekirdek aile tarafından.
Kuruluşunu ve faaliyetlerini başından ve yakından izlediğim İBV’yle ilgili daha önceki bir yazımda değerli Ibrahim Gürbüz’ün Beşikçi Vakfı’nın kuruluşundaki, övgüyü ve saygıyı misliyle hakeden rolünü ve mali fedakarlıklığını belirtmiştim, Konuyu bu boyutuyla işlediğimiz bu yazıda da, Ibrahim Gürbüz dosta saygımı tekrarlamak istiyorum. Elbette kuruluşunda ve kurumsallaşmasında emeği geçen tüm değerli insanlarımıza yürekten teşekkür borçluyuz. Kurumlarımızv koruyalım.
Sözü kekê Ruşen‘e ve siz değerli okuyuculara bırakıyorum.
Bayram Ayaz
25 Mart 2020
***

„İSMAİL BEŞİKCİ VAKFI’NDA GÖREV DEVRİ
Av. Ruşen Arslan – İstanbul
2004 yılında sürgündeki yaşamıma son verip dönmeye karar vermiştim. Yirmi yıla yakın bir sürgün yaşamından dönüş kolay değildi. Mesleğim elimden alınmıştı. Evim yoktu. Babamdan bana miras olarak tek bir cep saati kalmıştı. Tüm birikimim, İstanbul’un uzak semtlerinden birinde mütevazı bir ev almaya yetiyordu.
Bunları gözümde büyütmüyordum. Döndüğümde altmış yaşımda olmama rağmen, çalışacak gücüm vardı. Önemli olan, döndükten sonra nasıl bir yaşamı seçecektim? Almanya’da yaşarken iki kitabım yayınlanmıştı. Yazmadan vazgeçmeyecektim. Siyasal örgütlerde çalışmayı ise düşünmüyordum. Karakter olarak zorlandığım bir alandı. Siyasi mücadeleden gelmiş ve halkının özgürlüğü ve kurtuluşu için mücadele etmiş biri olarak; siyaset ve örgüt olmadan, siyasi amaçlara ulaşmanın imkânsız olduğunun da bilincindeydim. Kendimi yeni kitaplar yazmaya verdim. İşte tam bu sırada İsmail Beşikci Vakfı’nı kurmak düşüncesi, beni yaşamakta olduğum ikilemden kurtardı. Çünkü bana en yatkın olanı, sivil toplum örgütlerinde çalışmaydı.
İsmail Hoca, gözü gibi koruduğu kitaplığındaki binlerce kitabının akıbetinden endişeliydi. Bunu devamlı yakın çevresine, bu arada İbrahim Gürbüz’e de açıyormuş. 1990’lı yıllardan beri İsmail Hoca, İbrahim Gürbüz ve Hoca’nın yakın çevresinden olan arkadaşları; bir vakıf kurma düşüncesi üzerinde tartışıyorlarmış. Ancak Beşikci’nin tutuklanması, İbrahim Gürbüz’ün firar durumuna düşmesi, çalışmaları sekteye uğratmış. 2003 yılından itibaren vakıf kurma düşüncesi tekrar gündeme geliyor. Ancak bir türlü somut bir sonuca ulaşamıyor. Sonuçta İbrahim Gürbüz, İsmail Hoca’ya “Bu tartışmaların sonu yok. Ben, İstiklal Caddesi Ayhan Işık Sokak’taki binamızın iki katını, kurulacak vakfa vakfetmeye hazırım. Gerekirse diğer katları da kiraya vererek vakfı yaşatırız. Evet dersen kuruluş için girişimlere hemen başlarız” diyerek, tartışmalara son noktayı koyar. İsmail Beşikci Vakfı, böyle bir süreç sonunda kuruldu.
Vakfın maddi alt yapısı; İsmail Beşikci’nin vakfettiği iki dairesi ile yazdığı ve yazacağı kitapları ve İbrahim Gürbüz’ün, şimdi İsmail Beşikci Araştırma Kütüphanesi’nin yeri olan iki dairenin bağışı ile kurucuların vakfettiği parayla kuruldu. İbrahim Gürbüz, ayrıca kütüphanenin üstündeki katların kullanımını da karşılıksız vakfa bıraktı. Vefasızlık olmasın diye, kuruluştan sonra Av. Ali Kemal Alhaslıoğlu’nun Elbistan’da bağışladığı, babadan kalma bir dönümlük bahçe içindeki tarihi evi de zikretmeliyim.
2011 yılında vakfın tescili için mahkemeye başvurduğumuzda; Geçici Yönetim Kurulu’nda Başkan Yardımcılığı görevi ile birlikte, vakfın hukuk danışmanlığı yürütüyordum. Başkan yardımcılığı görevim 2018 yılına kadar sürdü. Mütevelli Heyeti, 2018 yılında, yönetim kurulundaki başkanlık görevini bana verdi.

Kürtlerde esas toplumsal ve siyasi örgütlenme yakın tarihe kadar aşiretti. Bu nedenle vakıf, Kürtler arasında yaygın olan bir kurum değildir. Aşiret yapısı, toplumun kapitalizme evrilmesi ve buna bağlı modernleşmesiyle birlikte; vakıf gibi yeni kurumlar, hayatımıza yeni yeni girmektedir. Biz yöneticiler, vakıf kurma ve yönetmenin acemiliğini yaşadığımız gibi, toplum da vakıfla ilişkisinde acemiydi. Olmadık teklif ve baskılarla karşılaşıyorduk. Ancak vakıf kurulurken ilkelerimiz vardı: Bilim ve kültür alanında kalmak ve siyasi örgütlere karşı bağımsız ve eşit mesafede olmak. Sanırım taviz vermediğimiz ve en başarılı olduğumuz konu da ilkelerimize sahip çıkmaktı. Kürt toplumundaki siyasi örgütlenmelerin, sivil kurumlarla ilişkileri pek sağlıklı değildir. Vakfımızı da yandaş görmek veya yandaş kılma gayretleri olmadı değil. Ancak hiçbirine pirim vermedik.
İlk vakıf senedinde, yönetim kurulu üyelerinin çoğunun Mütevelli Heyeti üyesi olması öngörülmüştü. Mütevelli Heyeti ise benim gibi yaşı ilerlemiş kişilerden oluşuyordu. Bu uygulama, vakfın yönetiminin gençleştirilmesini engelliyordu. Vakıf senedinde değişiklik yapıp mahkemede tescil ettirdik. Böylece vakfa dinamizm kazandırmanın alt yapısı sağlanmış oldu.
İçimizde İsmail Hoca dışında akademisyen bulunmaması, akademik çevreyle ilişkilerimizi geliştirmemizi engelliyordu. Yönetimin gençleştirilmesi ve akademik çevreyle ilişki şarttı. Mütevelli Heyetine, benden başlamak üzere; yönetimi gençleştirmeyi önerdim. Ne var ki Mütevelli Heyeti, beni başkan yaptı ve eski yöneticilerin tümü yönetimden ayrıldılar. Yönetim, akademisyenlerin de içinde olduğu genç arkadaşlardan oluştu. Çalışma alanımızı sınırlandırma ve kurumlaşmayı ilerletmeyi önümüze hedef koyduk. Bunda epeyce yol aldığımıza inanıyorum. Bünyemize kattığımız Kürt Tarihi dergisinin, periyodik olarak yayınlanmasını sağladık. Bilim ve kültür alanlarındaki çalışmalarımız yoğunlaştı.
15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra, Türkiye’de zaten dar olan özgürlüklerin daha da daralması ve siyasal baskıların yarattığı korku; vakfın da olumsuz etkilenmesine neden oldu. Bağışlar neredeyse durma noktasına geldi. Yönetimimiz tüm bu olumsuzluklara rağmen, çalışmalarını ara vermeksizin sürdürdü ve zorlukları aşmaya çalıştı.
Vakfımızın çalışmaları, kamuoyunda gittikçe takdir ediliyordu. Akademik çevreyle ilişkiler daha da yoğunlaşmıştı. Üniversite gençliği, vakfın çalışmalarına daha ilgi duyar oldular. Bu arada Dr. Tarık Ziya Ekinci ve eşi, 614 dönüm arazilerinin satışının gelirini vakfa bağışladı. Bu bağışın üzerinde biraz durmak istiyorum: Birkaç yıl önce Tarık Abi bana telefon ederek; “Altı yüz dönüm civarında babadan kalma arazisi olduğunu ve bu araziyi vakfetmek suretiyle vakıf kurmak istediğini” söylemişti. Tarık Abi’ye “Vakfı kurmak kolay, fakat yürütmek zordur. Profesyonel çalışmayı gerektiriyor. Aile vakıfları, bir süre sonra aile fertlerinin birbirlerine düşme tehlikesini de içinde taşır. Eğer yine de vakıf kurma yönünde karara varırsanız; hukuki her türlü yardımı yapmaya hazırım.” demiştim. Geçen yaz sürekli irtibat içinde olduk. Bana “Bu topraklar babamdan kalsa da Kürt halkının malıdır. Ben de bu toprakları Kürt halkı için yararlı işler yapan bir kuruma bağışlamak istiyorum. Akrabalarımla görüşeceğim. Eğer toprakları almak isteyen varsa, bedelini bağışlayacağım. Yoksa arazileri bağışlayacağım. Tercihim de İsmail Beşikci Vakfı’dır” demişti.
Tarık Abi sonuçta kararını verdi. Yaşından dolayı kendisi bizzat uğraşamadığından, beni vekil tayin etti. Vekâlet ilişkisi, tamamen güven ilişkisidir. Hem bağışlayanın vekili ve hem de satış bedeli lehine bağışlanan İsmail Beşikci Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yürütmem etik olarak mümkün değildi. Mütevelli Heyeti ve Yönetim Kurulu ile görüşerek istifa ettim. Satış Tarık Ziya Ekinci’nin akrabalarına yapıldı. Bu, ailenin de vakfın da tercihiydi. Satış pazarlığı alıcılarla Vakıf yönetimi arasında geçti. Kararı Tarık Abi de vakfa bırakmıştı. Bu bağış nedeniyle Şubat 2020’de sona erecek görevim; birkaç ay önce, 2019 Ekim ayında bitmiş oldu.
Tarık Abi’ye bu örnek davranışı için teşekkür etmek isterim. Bağışının maddi getirisi yanında, manevi yönü çok önemliydi. Ömrü mücadele içinde geçen ve 95 yaşında halen makale yazan, gündemi yakından takip eden ve mücadelesine devam eden Tarık Abi’nin, “Bu topraklar Kürt halkına aittir. Kürt halkına yararı olan bir kültür kurumuna bağışlıyorum” demesi çok anlamlıydı. Umarım vakıf yönetim kurulu da Tarık Abi’nin, vakıfta da adının ebedi yaşaması için gerekeni yapacaktır.
Şubat 2020 sonunda yönetim, vakıf senedi gereği tümden yenilendi. Böylece görevimi, çoğuyla birlikte çalıştığım arkadaşlardan oluşan yeni yönetime gönül rahatlığıyla devretmiş oluyorum. Daha da kurumsallaşmış, daha da işlevli hale gelmiş ve maddi alt yapısı güçlenmiş bir halde görevi devretmenin kıvancını yaşıyorum. Vakfın daha çok yol almasının ve daha çok çalışması gerektiğinin bilincindeyim. Mütevelli Heyeti üyesi olarak, görevim devam ediyor. Şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da vakıf için elimden geleni yapacağım.
Bir sivil kurum, halk sahip çıktıkça ve destekledikçe başarıya ulaşır. Tarık Ziya Ekinci’ye ve eşi Perihan Hanım’a, bu örnek davranışından ve beni vekil tayin etmek suretiyle gösterdikleri güvenden dolayı teşekkür ederim. Tarık Ziya Ekinci’lerin çoğalması dileğiyle..
Av. Ruşen Arslan
24/03/2020“
NOT: Bu yazı sayın Bayram Ayaz’ın sosyal medya hesabı Facebook’tan alınmıştır.
Mamosta Ismail yeteri kadar odùl aldi ve finase edenler var.
Ya§lilar evi açin.
Verimli topraklar ise ùretici bir koperatif açin.
Kùrdi lisana hizmet edenleri finase edin.
Brez Sami Tan gibi Kùrd milletinin vefali ve sadakatli evladlarina teslim edin.
çocuklarini ceza-evinde ziyaret etmek içn bilet parasi olmayanlar var.
Bu para ilà bir hastahane açin.
Ismail hocada ilber ortayli gibi tùrk olmayan tùrkçù dev§irmelere onurlu tùrkler adina cevab versin
Dev§irme tùrkçù solculara tùrklùk adina cevab versin.
Kızıl Kemalist,Kürd ve Kürdistan düşmanı, Halfeti yobazı ve İblisi,İmralı’da keyif süren ……… Partisi HDP ve ya diğer Welatfiroş dönme Vakfına vermesin de,Kale Tarık nasıl isterse, öyle istesin.
Kuzey Kürdistan’da zamanında toprak kime nasıl gitti o ayrı mevzu-TC arşivlerde kayıtlıdır.
Mesela Soyadı müthiş olan TÜRK ve ya Siverek yöresinde maziye’de sırf Öcalan gibi eğlence olsun Kürd köylüleri biçerdöver’e atan Bucak Aşireti (İmralı şeytanı iç infaz ve ölüme gönderiyordu).