Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Kamil Sümbül / “Ana Esas DuruÅŸa Geç -2”


Önce düzeltme yapmam için bana bir açıklama gönderen Haluk Yıldızhan’la başlıyorum. Ben son kitabımda 1984 mayıs veya haziran ayında 34. Koğuştayken 2. Rızgari/Ala Rızgari dava dosyasından yargılanan Yusuf Andiç ve Cabir Yolbaş’ın, hazırladığı yazılı savunmaya Haluk’unda katılması için öneri götüreceklerini söylediklerini, mahkeme dönüşünde Haluk’un da katılıp imzaladığı aklımda kalmıştı ve kitabıma da öyle yazmıştım. 5 Nolu’da yattığım yıllarda Haluk’la sadece 1983 eylül direnişi döneminde E-Blok 30. Koğuşta iki hafta birlikte kalmıştı.

Haluk o zaman ölüm orucundaydı ve mahkemeleri savunma aşamasına gelmemişti. Birlikte kaldığımız bu iki hafta içinde benim için Haluk’un Güney’de kaldığı dönemi sormak önemliydi ve hep oradaki arkadaşları, grubumuzun durumunu, ayrılıkları sordum.

Haluk canlı tanığı olduğundan birinci elden dinlemek istiyordum. Haluk kaldıkları bölgeyi, grubumuzu ve 1982 yılında ayrılık koyup ayrılma gerekçesini bir kasete okuduğunu anlatmıştı. Hapishane sonrası ben daha ülkeden çıkmadan önce, Haluk da tahliye olduğundan Diyarbakır ve İstanbul’daki görüşmelerimizin hiçbirinde, ayrı savunma yaptığını söylemediği gibi kimseden de duymamıştım. İsveç’e geldiğim ilk yıllarda gerek telefon görüşmelerimizde gerekse ülkeye gidip gelmeye başladıktan sonra da her karşılaştığımızda hiç birşey duymamıştım.

Dört arkadaşın savunma kitabı çıktığında Haluk’un savunmasını okuyunca merak etmiştim fakat bir türlü sorma imkanım olmadı. Zaten benim kitabın montajı hazırdı. Haluk kitabımı okuduktan sonra bana WhatsApp’la hem yazılı hem de telefonla sözlü açıklayıp yazdığı savunma sayfalarının resmini de gönderince görmüş oldum.

Kitabım piyasaya çıktığından değiştirmem mümkün değildi. Haluk’un kendi özel savunması olduğunu, Yusuf ve Cabir’le ortak savunma yapmadığını, mahkemeye çıkmadan bir gün önce kaldığı hücresinde sabaha kadar 23 sayfa savunma yazıp sabahı mahkemeye götürüp verdiği bilgisini dostlara, Facebook aracılığıyla burada açıklamak istiyorum ve kitabın eğer ikinci baskısı olursa o cümleyi kitaptan çıkaracağım.


İkincisi ise bana bir eleştiri gönderen Paşa Uzun`a cevabtir. Çocukluğumun geçtiği Çermik’te yaşlılar; hiç ummadıkları kişiden olumsuz bazı şeyler duyduklarında veya karşılaştıklarında söyledikleri; ‘’Dünya tersine dönmüş’’ sözünü bana hatırlattı. 5 Nolu cezaevinde başımdan geçenleri ve gördüğüm diğer baskı ve vahşeti hikayelerle anlatmaya çalışmam ve kendi anılarımı yazmam neredeyse 30 yıla yakın bir zamanımı aldı. Yazarken; gerek 45 yılı bulan politik yaşamım, gerek se edindiğim politik ahlak ve kişilikten dolayı doğru yazmayı, kimseyi yalan yere karalamamayı, yanlış bilgi vermemeyi önüme kuyduğumdan kendimi vicdanıma karşı da çok rahat hissetmekteyim.

Gözlemlerimi; yaşadığım ve gördüğüm gibi yazmaya çaba sarfettim. Eksikliklerim olabilir, bazı olayları tam hatırlayamaya bilirim, bazı kurduğum cümleler yanlış yere çekile bilse de objektif olmaya çalıştım. Eksik veya yanlış yazdıklarım olduğunda dostlarımın tamamlayıcı bilgilerini saygı duyarak beklerim. Haluk Yıldızhan bana bir eksikliği bildirince bu metnin girişinde yazdım. İkinci kitabımın sunu yazısında da belirtmiştim; amacım yaşadığımız o dönemde başımdan geçenleri, neler yaptık, neleri tartıştık, birlikte cezaevi yattığım arkadaşlarımın gösterdiği tavırları da tarihe not düşmek için yazdığımdan; amacım ne kimseyi karalamak ne de polemik yapmak olmadığını, (bazı arkadaşların rahatsız olacağını da bilerek) belirtmiştim.


İsveç’e geldiğim ilk yıllarda en fazla görüştüğüm arkadaşlardan biri de Paşa Uzun du. Her görüşmemizde cezaevini sık sık anlatırdık ve ona; seni tek başına hücreye gönderdiğimizden kendimi suçlu hissettiğimi söylerdim. 1990’lı yılların başında yazdığım bir veya iki hikayemi Paşa’ya da verip okumasını, görüşlerini söylemesini istemiştim. Paşa da benden; cezaevindeki gördüğüm ve tanık olduğum uygulamaları yazıp verebilirmisin, dediğinde sayfalar dolusu gözlemlerimi ve başımdan geçenleri yazıp vermiştim.

İkinci kitaptaki 3. Bölümde özellikle cunta sonrası direniş ve yenildiğimiz dönemi, açılan mahkememizin birinci duruşmanın bitimine kadar BİTLİ başlıklı anılarımda yazdıklarımı zaten başta Paşa da olmak üzere önceden arkadaşlara anlatmıştım. Grubumuzun önderleri olan üçüne de en fazla İkram Delen’e her şeyi anlatmıştım. Kitapta yazdıklarım yeni bir durum değil. 1991 yılında Ala Rızgari’nin yeniden toparlama toplantılarını ben hesap vermeye çevirmiştim.

O toplantılarda cezaevini ve Muhlis’in tavırlarını kitapta yazdığım gibi anlatmış, benden sonra da Şeyh Mehmet Kulaksız anlatıp Muhlisin yatakta yatarak nasıl direndiğini söylemiş, Ömer Batkı da birçok şeyi anlatmıştı. Toplantılardan sonra ROJEV dergisinde yazdığım; Kaçan Treni Son Vagonundan Yakalamak başlıklı yazımı en fazla da Paşa beğenmişti. Yani bu kitabımda yazdıklarım hemen herşey önceden arkadaşların hemen hemen tümüne anlatılmıştır.


Bir yıl önce Kürd Kütuphanesinde Paşa ile karşılaştığımda bana; ‘’duydum cezaevi ile ilgili kitap yazıyormuşsun, beni katma’’, demesine; ‘’senin ağzından birşey yazmıyorum yalnız senin de bulunduğun ortamları kendi gözlemimle yazmışım’’ dedim.

Geçen Ekim ayında Kürd Kütuphanesi’ndeki kitabımın tanıtım toplantısına gelmesine sevinmiştim, fırsat bulamayıp ona bir tane hediye verecektim fakat Paşa da kitap almadan gitmişti. Sonra arada bir uğradığım kahvede karşılaşınca bana; ‘’beni kitabında referans göndermişsin, yazı yazıp sana göndereceğim’’, demesine karşı; ‘’okudun mu’’? Soruma; ‘’hayır okumadım duydum’’. Paşa’ya kimin söylediğini anlamıştım ve; ‘’sana bir kitap getirip görüşemezsek kahveye bırakırım’’ dedim. Bir dahaki görüşmemizde yine Paşa’ya; ‘’Okudun mu?

Eğer bir kelime seni referans gösterdiğimi bulursan yüzüme tükür’’, demiştim, Paşa ise; ‘’okuyorum daha bitirmedim’’ demişti.
Geçen Pazar günü messenger’de Paşa’nın mesajını görünce okumaya çalıştım, kürtçe yazdığından anlamını tam bilemeyince onu telefonla aradım. Bana türkçesini de gönder dememe; ‘’benim dilim Kürtçedir ben türkçe yazmıyorum’’, deyince ‘’ne dediğini nasıl anlıyacağım’’ (bana kürtçe bilmememle ilgili söylediği laflarını geçiyorum), bana tercüme edebileceğini söyledi ve ben de not aldım.

Paşa Uzun beni eleştiren yazısında; Muhlis’i karaladığımı, günahkar yaptığımı, üstelik insan nasıl mağdur bir arkadaşını karalaya biliyor, anlamadığını söylüyor. Kendim gönlüme uygun bir varianta göre yazdığımı da ekledi. Yani bir anlamda Muhlis erdem’in avukatlığını yapar duruma düştü. Muhlis 8-9 yıldır Hukuk Fakültesinde okuyan son sınıfta bekleyen öğrenciydi ve onun avukata ihtiyacı yoktu. Gelelim Muhlis’i karalayıp günahkar yapmama.

Bu ‘’Günahkar’’cümlesini tuttum; Benim için Muhlis: senden, benden, 24 koğuştaki arkadaşlardan özür dilemediği müddetçe o bir günahkardır. Beni eleştiren kitaptaki ilgili sayfadaki yazımı türkçe kopyalamışsın. Soruyorum: Paşa elini vicdanına koy: İkram Delen’in tahliyesi geldiğinde bizlere; işkenceye karşı direnilecek, koğuştan bir kişi götürülmek istenirse ya heppiniz gideceksiniz ya da tek vermeyeceksiniz, kararını söylemesi yalan mı? 1981 ocak ayı sonuna doğru gardiyan sabah sayımdan sonra mazgalı açıp; Paşa Uzun ve Muhlis Erdem hazırlansın çıkacaklar dediğinde hepimiz hazırlanıp gardiyana hepimiz çıkacağız demedik mi?

On dakika sonra gardiyan yine mazgalı açıp Muhlis Erdem kalsın sadece Paşa Uzun çıkacak demedi mi? Hemen kapıya yakın olanlar hepimiz çıkıyoruz dediğimizde Muhlis ne söyledi? Kürtçe metinde ise Muhlis sana: Em çi bikin? ne yapalım? Sorusuna sen, Koğuşta kalıp birliğinizi koruyup direnin diye bana tercüme edince benim yazdığım da aynısı değilmi? DDKD başkanlığı yaptın, bizlerin sorumlusu oldun: eğer herkes çıkacak diye bir karar varsa ne yapalım sorusu sorulur mu?

Hepimiz çıkacağız demek gerekmiyormu ve sana Muhlisin ne yapalım sorusunun öncesi ne idi ve ne söyledi, soruma telefonda hatırlamadığını belirttin. Benden alıntı yaptığın metinde ne dediğim yazılı tekrar etmek istemiyorum. Bunlar ortadayken ben yalan yazıyorum ve Muhlis’i karalıyorum değil mi? Burda bir yalan ve iftira var mı?

Konuşulanları olduğu gibi yazmışım, sen işine gelen son cümleyi alıyorsun. Seni Muhlis tek gönderdi, direniş döneminde olduğumuzdan birçok arkadaş tek gidişini içine sindirememesine rağmen, sorumlu da olan Muhlis’in söylediklerine karşı sen de koğuşta kalıp birliğinizi koruyup direnin, deyip çıkarken bizler arkandan çıkamadık.

Biraz da; nasıl olsa direniyoruz, bizi de hücreye göterecekler, görüşünü taşıyorduk.
1981 şubat ayı son günü veya bir mart günü üstümüzdeki 25. Koğuş havalandırmaya çıkıp kurallara uyup marş okuyunca, koğuşumuzun morali bozulmuştu, tekrar yazmak istemiyorum kitapta var, zaten aynı günün sabahı son kez koridora çıkarılıp dayaktan geçirildiğimizde 15-20 kişi kalmış koğuşun yarısı içerde kalmıştı. Kurallara uyma önerisi bir veya iki arkadaştan gelince koğuşa Muhlis ve Mehmet Şah; GİDİN OKUYUN demesiyle direnişimiz kırılmıştı.

Bazı arkadaşların hala direnme gücünü yitirmemesine rağmen yöneticilerin kararına uyarak havalandırmada istiklal marşı ve türküm doğruyumu okudular. Ben de dahil 4 kişi yataklarımızda hasta numarası yaparken Muhlis’e, ‘’niye okuttunuz’’ diye bir tartışmamız olmadı. Yenilgiyi kabul etmiştik taki senden gelen habere kadar.


Koğuşumuzda kalan Mardinli Zeyni (Zeynettin Alp) mahkeme veya savcılığa çıkıp idare binasında seni de ifade için çıkardıklarından kollarınıza ortak kelepçe vurulduğunda Zeyni’ye; Koğuş niye direnmiyor? Muhlis niye direnmiyor? diye haber gönderdin. Telefonda bunu sana söylediğimde hatırlamadığını söylediğinde ‘’ayıp etmiyormusun’’ demiştim. Halbuki İsveç’te bu konuyu seninle defalarca konuşmuştuk, o dönem koğuşta olan diğer arkadaşlar da anlatmıştı.


Muhlis, senden gelen mesajla birlikte direndiğini söylediğinde tepkiler doğmuştu. (Kitapta anlattığımdan tekrar yazmıyorum). Acaba gidermi diye bekledik. Ben, Nuri ve Mehmet Şah’a da direnme teklifini ettiğinde direnmiyoruz cevabını vermiştik fakat aramızdan biri ise yiğitlik yapıp; ‘’Muhlis çıkarsa bende çıkacağım’’, Kararını Muhlis’e söyleyip gelip benim de çıkmamı isteyince onu vaz geçirmek istemiş, bekleyelim demiştim. Arkadaşın ismi Mehmet Tevfik Demir. Aradan bir hafta geçmesine rağmen Muhlis yatağından çıkıp gardiyana direniyorum dememişti, bizlere hazırlık yaptığını söylüyordu.

O ara PKK ana davası iddianemesi gelince Koğuşa; ‘’direnmeden vaz geçtiğini, mahkemede yazılı savunma yaparsam tarih beni yazacağını, direnirsem yazmayacağını’’ söyleyince o zaman sert tartışmalar başladı. Bu tartışmaları senin yüzünden yapıp; ‘’Paşayı tek gönderdin, direnişte bizi aldattın’’ diye sert tartışmalara başladık. Sen eğer Zeyni ile o haberi göndermeseydin ben ve birçok arkadaş Muhlis’le bu kadar fazla yüz göz olmayacaktık. Zaten yenilmiştik ve öyle gidecekti. Sen tanıksın; darbeden sonra komünde Muhlis’le tek bir ne sürtüşmem ne de tartışmam olmamıştır. Darbe öncesi tartışmalarımız, sürtüşmelerimiz sen de dahil tüm komündeki arkadaşları yorup bıktırmıştı.


Geçen Pazar günü telefonda konuşurken bana gönderdiğin eleştiri-suçlama yazısını, ‘facebook’a da koy’ istemimi olumlu görüp bırakman beni sevindirdi. Ertesi gün yazını tercüme ettirdim ve; niye Muhlis Erdem değil de Paşa Uzun bana cevap verme ihtiyacını duyuyor, diye düşünmeye başladım. Paşa Uzun, koğuşta birlikte kaldığımız dönemde ben ve tüm arkadaşların saygısını kazanmış, İkram Delen tahliye olunca onun yerini doldurup aratmamıştı. Zaten komün ve grup sorumlumuzdu, darbeden sonra gerek koğuş direnişinde gerekse diğer gruplarla birlikte direnme konusunda koyduğu tavır, komün içi sorunları çözmedeki tavrı hepimizin takdirini kazanmıştı.

Hücrelerde uzun süre kalıp direnişini duyduğumuzda, seni tek göndermenin ezikliğini yaşıyorduk. 1983’te 5 eylül direnişi sonucu E-Blok 30. koğuşa verildiğinde, ben havalandırmadayken seni çağırıp pencereye geldiğinde söylediğim sözlerden biri; Sana karşı suçluyuz fakat ben birinci derecede suçlu değilim. Seni tek gönderen birinci derece suçlu. Bu cümlemi Stockholm’de de kaç sefer cezaevi anılarımızı konuştuğumuzda söylemişim. Benim edindiğim politik ahlak şunu gerektiriyordu; Sen bize cezaevinde katılmıştın. Eski arkadaşlarımdan birini tek göndermek o kadar ağırıma gitmezdi fakat seni ahlaken de yalnız göndermemeliydik. Kitapta sen kapıdan tek çıkarken suratının aldığı hali yazmıştım.

Bu halin kesinlikle senin çekindiğin anlamda anlamamalısın, bana göre bir hayal kırıklığının ifadesiydi ve sen Muhlis’n konuşmasından sonra; ‘Kararımız var hepimiz çıkmalıyız’ diyecek kadar korkak biri değildin ve demezdin de tek olarak da çıktın. (Bazı dönemlerde insanın grubu veya sorumlusu kendi kendisi ile ters düşen kararlar verip yanlış tavırlar gösterse bile, doğru olduğuna inan biri o an grup ve sorumluyu takmaması gerekirken, ben o dönemdeki şartlarından dolayı da doğru bildiğim bir tavır koyamadığımdan kendimi suçlu görmekteyim. Doğru tavır Seninle çıkmalıydım)


Ben Muhlis’i 1976’dan beri iyi tanıdığımı sanıyorum. Senin en büyük şansızlığın; İkram Delen tahliye olunca bir çok kaliteli arkadaşımızla değil de Muhlis gibi biriyle kalman senin için bir şansızlıktı ve sana da söylemiştim. Niye kitabımla ilgili ilk eleştiri senden geldi? Cezaevinde birlikte kaldığımız arkadaşlarımızın tümüne yakını birkaç kişi hariç Muhlis’e saygı duymazlar ama sana çok saygılılar ve o dönem sen bizler için bir DEĞER’din. Ne olduysa artık; ilk eleştiri senden gelmesiyle Muhlis, bazı arkadaşların tavırlarını durdurmak, ve konuşmamaları için sen en uygun kişi olduğun planını yapmış ve sen de buna (kusuruma bakma) alet olmuşsun. Facebook sayfanda Muhlis’in yorumunu da okuyunca gülümsedim ve ısmarlama bir yazı yazdığını hissettim. Bu cümleleri yazarken vicdanen rahatsızım.


4 Arkadaş’ın SAVUNMA kitabı çıktığında (ki bu arkadaşların 1981’de en zor dönemde yazıp mahkemeye götürmelerine özellikle Nuri Arslan’a çok saygı duyduğumu belirtmek isterim) bir çok arkadaş beni arayıp; duruşmada Muhlis Erdem’in ne söylediklerini biliyoruz, çoğu yalan, ayrıca kitabın 79. Sahifesine kadar olan belirlemeler yalan ve yalnış belirlemelerle dolu olduğunu, benden cevap yazmasını istediklerinde, ben anılarımı zaten yazmışım, sizler de yazıp cevap verin, demiştim. Aynı arkadaşların bir bölümü benim kitabım çıkarken onlara gönderdiğimde bana; aradan 40 yıl geçmiş unutalım gitsin, demeleri ise bir başka durumdu. Onlara kıramayacakları ve birinin telefon veya mesaj gönderdiklerini anladım. Bu, kesinlikle Paşa Uzun’dur diye bir görüşüm yok fakat araştırıyorm. Çünkü Muhlis’in ne kadar yalaka, kendini acındıran, komplocu ve sahtekar yanlarını çok iyi tanıyorum.


Ben ve o dönem çok arkadaş sana nasıl saygı duyduğumuzu, bizler için bir değer olduğunu biliyorsun. Eleştiri yazında da beni suçladığın noktalara ise örnek bile veremiyorsun. Bu tavrın beni gerçekten üzdü ve yazının başında söylediğim söz; Dünya tersine dönmüş’ü hatırlattı. Halbuki kitabımdaki değerlendirmelerle senin hakkettiğin değeri anlatıp onure etmişim ve hakkındır da.


Eğer birbirimize cevap vereceksek bence açık facebook üzerinden yapalım, telefonla yapmayalım ki çevremizdekiler de ne söylediklerimizi bilsin.
Eğer sen ve diğer arkadaşlar Kürdçe yazıdığında parantez içinde Türkçe çevirisini de yazarsanız sevinirim.
Birkaç kez bana; insanları dağa savaşmak için götürüp ortada bırakan liderleri niye yazmıyorsun? demiştin. Senden ricam bu soruyu Muhlis’e de sor ve onu yazmaya teşvik et.
İsterdim ki aramızda böyle tartışmalarımız olmasın fakat Muhlis’i savunmak sana düşmemişti, o kendisi kitapta yazdıklarıma cevap vermeliydi. Cezaevinden kalan Sana duyduğum saygı ve sevgiyi böyle tartışmalarla azaltmana üzülüyorum.
Selamlar.

1 Yorum
  1. Barzan diyor

    çermikli ve Ala Rizgari den olacaksin,kitab yazacaksin ama Zazai yada Kurdi bilmiyeceksin.
    Pa§a Uzun benim dilim Kurdi demesi tamda bir Kurd vatanseverine yaki§an bir durum.

Barzan adlı kişiye yanıt verin
Yanıtı İptal Et

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

one × three =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla