Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Bir şeyi tadında ve zamanında bırakmak…

Aytekin Yılmaz / Bu söz gündelik hayatta herkesin kulağını hoş geliyor. Kulağına hoş gelenlerin çoğu kendi hayatlarına uygulamamak için, insanın kulağına hoş gelmeyen şeyler yapıyorlar. Önce kendi deneyimimden başlayayım, baktım ki içinde olduğum örgüt zalim olmuş. Devlete karşı, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek.” diye koğuş havalandırmasında slogan atanlar, slogan sonrası koğuşlarımıza girdiğimizde bu sloganı atan örgüt sorumlularının kendi yoldaşlarına işkence yaptıklarını gördüm. Devletin baskılarına karşı direnmiş biri olarak, örgütün baskılarına sessiz kalamadım ve örgütle buraya kadar dedim. Sonuçları benim için biraz ağır oldu ama kendime saygımı, başkalarına sevgimi  kaybetmemek için bunu yaptım. Hayatımda yaptığım ve övündüğüm en değerli tavrımın bu olduğunu düşünüyorum. Yapmam gereken  şeyi tadında ve zamanında bıraktığım için. Özgürlüğümü kendime olan saygıma borçluyum. Dilimin uzunluğu buradan geliyor. Benim yapmadığım hiçbir şeyi başkasından istemiyorum mesela… eleştiri konusu yaptığım şeyleri öncelikle benim yapmamam gerekir diyorum ve yapmıyorum.

Memlekette bu ilişkilerin böyle yürümediğini biliyorum. Çoğunluk kimse yapmakta olduğu şeyi tadında ve zamanında bırakmak istemiyor. Öncelikle iktidar olanlar bunu yapmıyor, bırakması gereken şeyi tadında bırakmadığın için, dün düşman olduklarıyla dost, dost olduklarıyla düşman olmayı tercih ediyorlar. Devlet ve örgütler tarafında durum bu anlamıyla iç açıcı değildir. Neredeyse herkes düşmanını yanına almış dostlarına karşı savaş yürütüyor. Ortadoğu’da PKK deneyimi ve bu gibi örgütlerin durumu da bundan pek farklı değildir. Dün ABD emperyalizmi diyenler, bugün Ortadoğu’da aynı saflarda savaşabiliyorlar. İşte tüm bunlar bir şeyi tadında ve zamanında bırakmamaktan kaynaklı sorunlardır. Türkiye ve Ortadoğulular bu konuda fazla ölçüsüz oldukları anlaşılıyor. Bugün bu coğrafyada soğuk savaş döneminde kurulmuş 50 yıllık sol örgütler var. Bir çoğu 50 yılda ne büyüdü ne de küçüldü. Hiçbir amaçlarına ulaşmamalarına rağmen örgütlerini kapatmayı düşünmediler. Kapatmamak için şeytanla bile ilişki kurmaktan çekinmediler. En sonunda ABD ile işbirliklerine kadar gidebildiler.

Peki, dünyada ve özellikle Avrupalılar ne yapıyor bu konuda…? Son 50 yıllık sol muhaliflerin geçmişine baktığımızda daha mütevazi oldukları anlaşılıyor. Mesela Almanya’da RAF, İtalya’da Kızıl Tugaylar, Fransa da Yeniden Eylem Grubu gibi bir dönem devrimci şiddeti savunmuş sol örgütler, ortalama 15 yıllık eylemli mücadelelerine son verdiler. Ve bunu kamuoylarına açıkladılar, dediler ki, “Biz şiddet yöntemini denedik olmadı. Bundan sonra bu türden eylemler yapmayacağız.” Birkaç yıl sonrasında ise çoğu örgütlerini kapattılar. Benzer bir durum Latin Amerika ülkelerinin sol örgütleri için söylenebilir. Baktılar ki devrimci şiddet yöntemiyle amaçlarına varamıyorlar, bir çoğu örgütünü kapattı.

Türkiye’de ne yazık ki böyle olmadı. 50 yıldır aynı mücadele yöntemini denedikleri halde, hiçbir amaçlarına ulaşamadıkları halde örgütlerini kapatmıyorlar. Geçmişe bakıldığında ülkenin demokratikleşmesi yönünde hiçbir katkılarının olmadığı anlaşılıyor. Yaptıkları en iyi şey, öldürmek ve ölmek olmuştur. En iyi bildikleri şey ise sürekli mağdur olmak ve mağdurluk üzerinden kendini var etmeye çalışmak olduğunu anlıyoruz.

Bu ülkede solculuk, devrimcilik demek, gözaltı, işkence, hapishane demek, yoksulluk ve her daim mağduriyet demek. Bu durum 100 yıldır istikrarlı biçimde değişmeksizin devam ediyor.

Eğer yukarıdaki durum tespiti doğruysa, insanların bu ülkede neden solcu, devrimci olmak istemediklerine hak verilmesi gerekir. Sürekli mağdur olmak niye kader olsun ki…

Yukarıdaki duruma yol açan iki şey var, biri devletin istikrarlı biçimde anti demokratik ve despotik olması, ikincisi de solun özellikle radikal örgütlerin mücadele yöntemlerini “devrimci şiddet” üzerinden örgütlemiş olmalarıdır. Şiddeti gelenekselleştirmiş varlığını bunun üzerine kurmuş ve bu konuda oldukça deneyimli olan bir devleti, şiddet yöntemiyle değiştirmek kolay değildir. Şiddet meydanına kavga etmek için çıkarsanız her zaman daha güçlü olan kazanır. Türkiye’de ki kavgayı 100 yıldır devletin kazanmış olması bununla ilgilidir.

Sol bu saatten sonra şiddet yöntemlerinin tümünden vaz geçmelidir. Devletin daha önceden bilmediği ve dersine çalışmadığı, şiddetsizlik gibi sivil itaatsiz yöntemler geliştirmelidir.

Solcular 20 yaşın üzerindeki örgüt ve partilerden uzak durmalıdırlar. Eğer bir parti 20 yıl şansını denemiş başaramamışsa siyaset sahnesinden çekilmesi gerekir. Avrupa’da az buçuk ahlaklı olanlar böyle yaptılar. Türkiye’de kimse dükkan kapatmak istemiyor. Eğer onlar kapatmıyorlarsa siz gitmeyin o dükkanlara böylece kendiliğinden kapanmış olurlar.

Sol önce gündelik dilde kullandığı faşizmden vaz geçmelidir. “Biz kazanacağız!” gibi beylik ajite cümleler dışlayıcı ötekileştirici şeylerdir. Eğer “biz” kazanacaksak, diğer kaybedecek olanlar nemiz olur? Başkalarından intikam alan değil, geleceği başkalarıyla birlikte kurabilmenin imkanları yaratılmalıdır. Diğer türlü sırası gelen zalim olur, şimdi olduğu gibi…

Boş verin geçmişi, geleneği… göremediğimiz gibi geçmişte öyle örnek alınacak, baş tacı yapılacak bir şey yok. “Şehitler ölmez” gibi anlamsız ajitasyonları bir kenara bırakalım, hepsi öldüler, iyilikleriyle eksiklikleriyle…

Ölümü kutsamayın, yaşamı yüceltin. İnsan yaşamı özgürlük için değil, özgürlükler insanların daha iyi olanaklarda yaşaması içindir. Ölümlerden sonra özgürlük değil, mezarlık gelir. İnsan her ne yapacaksa yaşayarak yaşatarak yapmalıdır.

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

nineteen + nine =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla