Diyarbakır düze doğru
Yar salınır bize doğru
Bu hasretlik diner bir gün
Dert dolanır saza doğru
Diyarbakır önü surlar
İçinde bir sevdiğim var
Ana bugün düğün olsun
Güller açsın, gülsün dağlar
Diyarbakır size kalmaz
Geceler gündüze kalmaz
Bu acılar biter bir gün
Devran döner güze kalmaz.
Çok şükür, çok şükür uzun yıllar sonra Diyarbakır’dayım. Sabah altıda uyandım. İçeriye ışıklar dolmuş. Her yer kutlu bir şua içinde, bana “Memleketine hoşgeldin“ der gibi. İçim sevinçle doluyor. Almanya’nın puslu, karanlık, insanı çökerten sabahlarından sonra yaşam, yeniden yaşanılır değerde bir şeye dönüşüyor bu ışıklı odada. Ev ahalisi uykuda. Ablam Ayten’in yattığı odaya gidiyorum. Yavaşça kapıyı açıyorum. Uyuyor ve rüyasında ne görüyorsa acı içinde inliyor.
Beyaz saçlarını öpüyorum, uyanıyor. Bana bakan gözleri acı ve hüzünle dolu. Sarılıyorum. Yanaklarından öpüyorum ve bir gün olsun acılarını hatırlamadan taze bir güne uyansın istiyorum.
Birbirimize sarılırken gözyaşlarımız içimize akıyor. Ben onu, o beni üzmemek için bu yolu seçiyoruz. Hiç bir şey olmamış gibi, hiç ayrılmamış ve hiç acılar çekmemiş gibi vakurla, başımız dik ve gururla sarılıyoruz. Oysa ona sarılıp, hiç konuşmadan, utanmadan, kimseye aldırış etmeden, sessiz çığlıklarla ağlamayı ve tanrıdan “Acılarını ondan al bana ver, ben katlanırım, bana ver ya rab! “ Demeyi, haykırmayı, dilenmeyi ne çok isterdim.
Ayten ablamın, küçük oğlu onbeş yaşında kara toprağa düştü, büyük oğlu 25 yıldır zindanlarda yatıyor. Elinde anaforlardan tesadüfen kurtulmuş kızı Özlem kaldı Özlem tıpkı kendisi gibi çok saygın eşi, Şakir’le birlikte güzel bir dünya kurmuşlar. Dünya tatlısı üç çocukları var. İkisi de öğretmen.
Ablamı yaşamda tutan şey, oğlunun bir gün hapisten çıkıp gelecek olmasına duyduğu inanç. Eskiden solcuydu, acılara katlanabilmek için Allaha sağınmış. Bu dünyanın adaletinden umut kesince, davasını ahirete bırakmış. “ Oğlum bir hapisten çıkarsa” ile başlayan planlar onun yaşamının gelecekle ilgili temelini oluşturuyor.
Bugün proğramımız nedir Abla?
-Ne istersen
O zaman Saray Kapıya gidelim.
-Tamam, kahvaltımızı yapıp gidelim.
Ablam, yeğenim Özlem, Şakir, çocukları Lorin, Mihzen ve Armin birlikte çıkıyoruz.
Evleri bir sitenin içinde. Oturdukları apartman onbeş katlı.
Çevreye bakıyorum bütün binalar öyle. Burası hangi semt diyorum: Burası Kaya Pınar yani eski Peyas Köyü. Diyarbakır merkeze bağlı küçük bir köyden, 90 yılların başında üçbin nüfuslu bir mahalleye, şimdilerde ise yaklaşık ikiyüzbin nüfusuyla Türkiye’nin en büyük mahallesi olarak kabul edilen bir yere dönüşmüş. Geniş caddeler, yüksek binalar ve yoğun trafiğiyle benim hiç tanımadığım bir yer burası. Şaşkınlıkla çevreye bakıyor tanımaya çalışıyorum ama nafile.
Trafikteyiz diyeceğim fakat, içinde arabayla bulunduğumz bu kaos’a trafik demek mümkün değil. Herkesin uyması gereken kurallar yerine, burada hiç kimsenin hiç bir kurala uymadığı ve herkesin özel kurallarının olduğu bir trafik bu. Yaya geçitlerinde arabalar değil, yayalar beklemek zorunda, kırmızı ışık durmak değil, geçmek için var, Tek yönlü gidiş yollarında isteğe bağlı olarak, karşı yönden de arabalar geliyor. Artık nereden gideceği, nereden döneceği, nerede park edeceği soförün isteğine ve keyfine bağlı. Ablam arabayı süren damadı Şakir’e:
“Oğlum huzurevlerinden geç Murat, babamların evini görsün.”
–Olur anne!
Şakir, altında dükkanların olduğu, yüksek binaların arasında kalmış, iki katlı geniş bir binanın önünde duruyor.
Ablam: İşte evimiz Murat.
Babam ve annemin en son yaşadıkları eve bakıyorum. Ben bu evde hiç yaşamadım. Yaşlılıkları bu evde geçti. Ve buradan ebediyete göçtüler. İçim hüzünle doluyor. Baba, ana ocağımızda şimdi başkaları oturuyor, ev bizim değil artık. Hasretlik nedir, gurbetlik nedir, anadan, babadan ayrı yaşamak zorunda kalmak nedir, gelememek, yanlarında olamamak, görememek, sıcaklıklıklarını hissedememek, öldüklerinde kendini 40 yaşında öksüz, yetim tek başına kalmış bir çocuk gibi hissetmek nedir bilmeyenler tarafından, üç paraya acımasızca satılan baba, ana ocağında şimdi onların anılarının hiç birinin farkında olmayan yabancılar oturuyor. Varsam yanlarına desemki: Burası benim baba ocağım, siz benim babamı yani Memed dayı’yı, anam Keje’yi tanırmısınız? Burada ne acılar, ne sevinçler, ne dertler, ne özlemler yaşandı bilirmisiniz? Acaba anlarlarmı?
Arabaya geri dönüyorum. Ablam ağlıyor, Özlem ağlıyor ben kendimi zor tutuyorum.
“Haydi gidelim” diyorum, yüreğimde ince, zorlu bir sızı eve bakmamaya çalışıyorum.
Araba hareket ediyor. Sessizce elveda diyorum. Elveda…..
Varamaz elim
Ayvasına, narına can dayanamazken,
Kırar boynumu yürürüm.
Kurdun, kuşun bileceği hal değil,
Sormayın hiç
Laaaaal…
Kara ferman çıkadursun yollara,
Yarin bahçesi tarumar,
Kan eder perçem
Olancası bir tutam can,
Kadasına, belasına sunduğum,
Ben öleydim loooy…
28.06.2017/ Almanya
Devam edecek………………….
Her sey Tirk. Tirk dilinden yazsaniz bile Kurdi terminoloji kullanilmali. Tr diyecegine Kuzey Kurdistan ya da Kurdistan diye yazmali. Kurdi hissiyati bir yana atamazsiniz. Hele hele bir Kurd aydini hic dememeli, yazmamali.
Okur soyle diyebilmeli; himm, Kurd yazar. Tirki yazmak buna engel degil.
Heyran, qirban…