Ulaş Boz- Sayın Çürükkaya, siz Güney Kürdistan’a gittiniz ve sanırım 2 aya yakındır da orada bulunuyorsunuz. Sonrasında birtakım sorunlar karşınıza çıktı ve oradan bir türlü ayrılamadınız. Detaylarını size soracağım ama, öncelikle neden Almanya’dan Güney Kürdistan’a gittiğinizi okuyucularımıza anlatabilir misiniz?
Selim Çürükkaya– Neden Almanya’dan Güney Kurdistan’a gittim? Ben ve bir grup arkadaşım, IŞİD Kurbanlarını anmak için bir “Dünya Konseri” düzenlemek amacıyla proje hazırlamıştık. Bu projeye göre Almanya’nın Köln kentindeki bir stadyumda konser düzenleyecektik. Dünya çapında tanınan sekiz şarkıcıyı bu konsere davet edecektik. IŞİD’e kurban vermiş 16 ülkenin devlet başkanı veya başbakanı konsere davetliydi. Ayrıca IŞİD, dinler arasında çatışma yaratmak istediği için dünyada tanınan 12 dinin temsilcisini de stadyumda yan yana oturtacaktık. İşte bu konser hazırlığının ikinci toplantısı 29 Ekim 2017 günü Erbil’de yapıldığı için ben de bu toplantıya katılmak maksadıyla geldim.
Toplantı bittiği gün, Irak hükümeti Erbil ve Süleymeniye’den uluslararası uçuşları yasakladı. Kürtler referandum yaptıkları için Irak kendine göre onları cezalandırıyordu. Ben de Erbil’de kaldım.
U.B- Komşu ülkelerden birinden Almanya’ya dönebilirdiniz, neden bu yola başvurmadınız?
S.Ç– Başka yerden çıkamazdım. Türkiye 16 yıldan beri beni arıyor. Suriye ile 25 yıldır aram yok. İran üzerinden gitmem güvenli değil. Irak üzerinden çıkış yapmak için şartları biraz araştırdım, Bağdat bilgisayarlarında adımın geçtiği bilgisini aldım.
Ben de tıpkı ülkem gibiyim, bu dördünün arasında tutsak kaldım.
U.B- Pekii ne yaptınız bunun üzerine, nasıl bir çözüm düşündünüz?
S.Ç- Alman vatandaşıydım. Elbete önce buradaki Erbil konsolosuna başvuracaktım. Kızım Soma’yı aradım, “Soma, Alman PEN yönetisi Claudia’ya benim durumumu izah eden bir mektup yaz” dedim. Bir gün sonra mektubun bir nüshası benim e-mailime gelmişti. Okuyunca ağladım. Bundan tam 16 yıl önce, iki buçuk yaşındaki kızım Soma Süleymaniye’de kalmıştı, pasaportu ve hiç bir belgesi yoktu. Soma’nın Almanya’ya gelmesi için ben Alman PEN’inin yöneticisi Elizabet Wolfheim’e başvurmuştum. Tam on altı yıl sonra Soma büyümüş, Almanca öğrenmiş, şimdi o, Erbil’den Almanya’ya gelmem için PEN’in bir sorumlusuna mektup yazıyordu.
U.B- Alman konsolosluğuna ne zaman gittiniz ve ne dediler size?
S.Ç- Erbil’deki Alman konsolosuna bundan 15 gün önce gittim.
Üstüm arandıktan sonra içeri alındım. Benimle ilgili her türlü bilgiye sahiptiler. Claudia her şeyi anlatmıştı. (Dr. Sait yaralıyken Almanya’ya hastahaneye götürülme işlemleri burada yapıldığı için) Bizi aile olarak da tanıyorlardı. Konsoloslukta görevli olan bayan, pasaportumu istedi, fotokopisini çekti. “Bir kopyasını Berlin’e, bir kopyasını Bağdat’a yollayacağım” dedi. “Tamam” deyince, güvenliğimi, kalacağım yeri konuştuk. Buna da çözüm bulunca, Aysel ile Soma’nın telefon numaralarını istedi. Onları da verdikten sonra konsolosluktan ayrıldım.
U.B- İnterpol tarafından arandığınızı kim söyledi size?
S.Ç- Bir gün sonra Alman konsolosluğundan bana bir e-mail geldi. Okudum, Türkiye Cumhuriyeti, beni İnterpol’den kırmızı bültenden PKK yöneticisi olarak arıyordu.
U.B- Ne yaptınız bu bilgiyi aldıktan sonra? Siz 25 yıl önce Pkk’den ayrılmışken nasıl böyle bir gerekçeyle aranır durumda oluyorsunuz ki?
S.Ç- Hayret ettim. Ben 25 yıl önce PKK ile olan bütün ilişkilerimi kesmiştim. Şunu her kes bilsin ki, Recep Tayip Erdoğan’ın PKK ile ilişkileri vardı ama benimki yoktu. Ama Türkiye devleti zalim bir devlettir, hain bir devlettir. Siz Kürt halkının haklı taleplerini savunduğunuz müddetçe sizi düşman olarak görür. PKK’li olarak damgalar. Zaten o devlete göre, hâlâ PKK içinde görev yapıyorsanız PKK’lisiniz, ayrılmışsanız, eski PKK’lisiniz, terörist ile eski terörist gibi.
Bir de bu Erdoğan rejimi, eski Apo rejimi gibi şöyle bir hileye başvuruyor. Biliyorsunuz eskiden Öcalan, birilerini hain ilan eder, onunla ilgili saaatlerce konuşur ve kişiyi bütün kötülüklerin hamisi olarak tanıtırdı. Ardından götürülmesi gerekenleri bunun işbirlikçisi sayar, öyle götürürdü. Erdoğan şu anda aynen Apo’nun yaptıklarını yapıyor. Fetuhllahçıları ve PKK’lileri şeytan ilan etmiş, Türklerden birisi ona kafa tutarsa, Fetoco, Kürtlerden biri ona kafa tutarsa PKK’li diye hapse attırıyor.
U.B- Daha önceden Türkiye’de hakkınızda çıkarılmış bir tutuklama kararı var mıydı?
S.Ç- Abdullah Öcalan Türkiye’ye döndükten sonra Türkiye’de hakkımda bir tutuklama kararının çıktığını biliyorum. Diyarakır Ağır Ceza Mahkemesi’nin aldığı bu karara göre, ben yurt dışında bölücü örgütler kurmuşum, zorla para toplamışım, bölücü örgütün propagandasını yapmışım ve Avrupa’da Türkiye aleyhine mitingler düzenlemişim. Ben bu faaliyetleri 1992-93 yıllarında yaptığımı kabul etsem de, mahkeme neden bu yıllarda, 1994, 95, 96, 97, 98’de hakkımda tutuklama kararı almıyor da Abdullah Öcalan Türkiye’ye döndükten ve onlarla birlikte çalıştıktan sonra bu kararı alıyor?
Kaldı ki ben Türkiye Cumhuriyetine karşı yaptığım faaliyetlerimin doğruluğuna bugün de inanıyorum. Yurt dışında bölücü örgütler kurmak olarak değerlendirilen faaliyetimin altında “Kürdistan Ulusal Meclisi” çalışmamız kast ediliyor. 1992 ile 93 yılları arasında biz “Kürdistan Ulusal Meclisi”ni kurmak istiyorduk. Amacımız, Kürdistan mücadelesini meşrulaştırmak, silahlı mücadele yerine politik ve diplomatik mücadeleyi etkin kılmaktı. Bundan korkan Türkiye Cumhuriyeti ve Öcalan, meclisi kapattırdılar. Yurt dışında Türkiye Cumhuriyeti alyehine mitingler düzenlemek suçlamasına gelince, eğer ben Avrupa’da miting düzenlemişsem, mutlaka düzenlediğim ülkenin yetkilli mercîlerinden izin alarak düzenlemişimdir. Ve yine eğer miting düzenlemişsem mutlaka Türkiye devleti ya Kürtler’i katletmiş, ya ormanlarını yakmış, ya da Kürtler’i zoraki sürgün ettiği için miting düzenlemişimdir. Burada devlet, suç işlerken kendi suçunu görmüyor, benim, kendilerinin işlediği suçu dünyaya bildirmemi suç sayıyor! Zorla para toplama konusuna gelince, ben hayatımda hiç kimseden ne zorla ne de gönüllü olarak para topladım. Bu benim işim değildir. Propaganda işine gelince, ben tam otuz yıldır yazı yazıyorum. Cezaevinde iken 1980- 1991 yılları arasında hep yazmış ve mahkemelerde konuşmuşum. Yazdığım her şeyin sorumluluğunu taşıyorum.
U.B- İnterpolün arananlar listesinde daha önce adınız geçiyor muydu?
S.Ç- Evet geçiyordu. 2004 yılından sonra adımın İnterpol’den çıkarıldığını biliyordum.
U.B- Pekii adınız nasıl oldu da tekrar İnterpol’ün arananlar listesine girdi, sebep nedir sizce?
S.Ç- Neden son 40 günde ismim kırmızı bültende yer aldı? İki nedenden dolayı olabilir: Ya Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayıp Erdoğan’a yazdığım “Açık Mektup”tan dolayıdır. (Bildiğiniz gibi kardeşim Dr. Sait’in köyümüzdeki mezarını Bingöl Valisi’nden izin alarak yaptırmıştık. Mezar inşaatının bittiği gün Bingöl Valisi’nin emriyle Yeniköy’e giden askeri birlikler, dozerler, kepçeler ve kamyonlarla mezarı yıkıp malzemesini götürdüler.
Bunun üzerine ben Recep Tayyip Erdoğan’a hitaben bir mektup yazdım ve Cumhurbaşkanlığı sitesi üzerinden kendi TC kimlik numaramı da vererek yolladım. Bana verilen elekronik yanıtta da “Mektubunuz alınmıştır, gerekli yasal süre içinde size yanıt verilecektir” denilmekteyidi. Demek ki yanıtı böyle oldu! “Sen misin bana mektup yazan” dercesine adımı İnterpolün kırmızı listesine geçirdi) İkinci neden Güney Kürdistan’da olduğumu duydukları için burdan çıkışımı engelleme yoluna başvurmuş olabilirler. Ben Güney Kurdistan’da IŞİD Kurbanlarını anmak için bir Dünya Konseri düzenlemek gayesi ile geldim. Kardeşim Sait, IŞİD’in döşediği mayına bastı, ağır yaralandı, sonra da biliyorsunuz yaşamını yitirdi. Erdoğan’ın kardeşimin mezarını yıktırması, beni yolculak yapamaz hale sokmaya çalışması onun IŞİD ile olan dostluğundan mı kaynaklanıyor, bilemem!
U.B- Bu arada sizin durumunuz Alman basınına da yansıdı. ARD televizyonu 14 Kasım günü durumunuzu anlatan bir haber yaptı.
S.Ç- Evet, Erdoğan’ a yazdığım mektup nihayet Alman basınında da yer aldı ve geniş yankılar yaratmaya başladı. Diktatörler bazen kendi elleriyle kendilerini yaralarlar. “Apo’nun Ayetleri” yayınlandığında Abdullah Öcalan onu, normal bir kitap olarak karşılasaydı, belki çok az kişi o kitabı okurdu. Ama korkusu onu harekete geçirdi. “Kitabı okuyanı vurun” diye bir emir çıkardı. Avrupa’da kitabı okuyan beş kişi saldırıya uğradı. Biri 30 gün, biri de 10 gün komada kaldı. Kitabın yankısı Alman gazetelerine ulaştı, Almancaya çevrildi, Almanya’nın en büyük yayınevi kitabı yayınladı. Frankfurter Rundschau kitabın 21 sayfasını yorumsuz verdi. Ve Apo’nun balonu Almanya’da patladı!
Recep Tayyip Erdoğan’a yazdığım mektup bazı internet sitelerinde yayınlandı, 30-40 bin kişi okuyabildi. Büyük bir ihtimalle mektup karşısında küplere binen Erdoğan, “Bunu her yerde PKK’li olarak arayın” dedi. Beni İnterpol kırmızı listesine geçirtti. Bu durum karşısında Alman basını mektubu yayınlayarak milyonlarca kişinin okumasını sağladı. Benim anamın deyimiyle “Hain tilki şeyiyle tuzağa yakalandı”
U.B- Bu durumda İnterpol’ün de kabahatli olduğunu söylemek gerekmez mi? Neden gerekli araştırmayı yapmadan bu talebi kabul etmişler ki?
S.Ç- Evet, İnterpol e gelince… Türkieye’nin isteğiyle neden benim adımı kırmızı listeye koyduklarını hâlâ anlamış değilim. Bu İnterpol Türk karakolu mu? Kendisine yapılan her başvuruyu otomatik olarak kabul mu ediyorlar? Eğer öyle ise durum vahim! Uluslarası kuruluşlar da kirli olmaya başladı. İnterpol’ün, kırmızı listede asıl aranması gerekenleri bırakıp bizleri armaya kalkması utanç verici bir durumdur!
U.B- Ne yapmayı düşünüyorsunuz, hukukî olarak bir girişiminiz olacak mı?
S.Ç- Türkiye Cumhuriyeti devleti İnterpol’e yalan söylediği, uluslararası bir kurumu yanılttığı, beni maddi ve manevi olarak zarara soktuğu için hakkında davacı olacağım. Ayrıca İnerpol’ün de kendisine yapılan her başvuruyu kabul etmesi doğru değildir. Bu yönlü şikayetlerden ötürü tedbirler alması gerekmektedir. Yalan bilgiler veren ülkeler hakkında yaptırımlar uygulaması lazımdır.
U.B- Sayın Çürükkaya, son günlerde yaşadığınız bu nahoş olaylardan sonra can güvenliği endişesi taşıyor musunuz?
S.Ç- Ben Alman vatandaşıyım, belirttiğim gibi Erbil’deki Alman yetkililere baş vurdum. Durumumu izah ettim. Onlar da benim hakkımda yeterli bilgilere sahiptirler. Alman devleti kendi vatandaşlarının güvenliğinden sorumludur.
U.B- Bu sorunun en kısa sürede çözülmesini umuyor, VengMA olarak size geçmiş olsun diyoruz Selim Bey.
S.Ç- Ben de size ve VengMA’ya teşekkür ediyorum.
(*) Yukarda bahsi geçen Selim Çürükkaya’nın Erdoğan’a yazdığı mektubu okumak için tıklayınız: