Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Dağı anlatan kitap: Sevdam Kavgamdı

“Mahkeme kuruldu. Üç arkadaşımızı hakim olarak seçtik. Savcı Fırat; Cuma’nın yaşamımızı ne kadar çok bozduğundan, Parti yararına tek bir mermi sıkmamışlığına varana değin bir sürü şey zırvaladı. Sonuçta Cuma’nın infazını istedi. Oturduğum yerden bu tiyatroyu seyreden çaresizliğime küfürler ediyorum. Mahkeme hakimleri bizlerin ne düşündüğünü sorunca izin isteyip ayağı kalktım; “Cuma arkadaşın yaşamımızı bozabilecek bir gücü olsaydı, böylesine basit, böylesine çocukça bir şey yapmazdı. Kendini bir lisenin bahçesinde oyun oynayan biri sandığı için bir arkadaşımızı ölümle cezalandırmak yaşamımızı güçlendirecekse vay halimize. Bu arkadaşın yaşadığı yeri hatırlaması, savaşı, savaş koşullarını, savaş içinde sevginin ne olduğunu anlaması, kavraması için iki aylık bir emek sürecine alınması yeterlidir” dedim. Orada bulunan yüzün üstündeki gerilla içinden sadece üç arkadaş benim “iki aylık emek sürecine alınması” önerimi destekledi. Geri kalan doksanın üzerinde arkadaş idamını onayladı. Cuma apar topar o yamaçta kendisine kazdırılan mezarında yatıyor. Kafasında bir kurşun deliğiyle.”

Bilindiği üzere Pkk 1978 yılında kuruldu; 1984 yılında ise ilk silahlı eylemler başladı. O günden sonra birçok Kürt genci dağın yolunu tuttu. Kimi okulunu terk etti, kimi işini, kimi sevdalısını…

Dağın yolunu tutanlardan çoğu, istisnaları saymazsak, hayatlarının baharında Kürdistan sevdasına toprağa düştüler.

Hayatta kalabilenler ise ya bir mucize eseri hala yaşıyorlar, ya fiziksel bir sakatlıktan ötürü kenara çekilmek zorunda kaldılar ya da örgütle uzlaşmaz çelişkiler yaşadıklarından kaçtılar. Kaçanlardan kimileri Avrupa’ya çıkmak zorunda kaldı, kimileri de bu imkânlara sahip olamadığından ya devletin eline düştü ya da düşürüldü.

Silahların patladığı 1984 yılından bugüne tam 35 yıl geçti. Ve bu 35 yılda PKK üzerine leyhte ve aleyhte onlarca kitap yazıldı. Fakat yazılan bu kitaplar arasında dağdaki gerillanın yaşamını anlatan kitap sayısı yok denecek kadar azdır. Baştan sona gerillanın yaşadığı zorlukları; pusuları, can pazarını, doğa şartlarını, yoldaşlık ilişkilerini, açlığı, susuzluğu, yoldaş infazını, soğukta kangren olmuş ayakları, kesilen parmakları, dağda yargılamaları vs. anlatan kitap sayısı iki elin parmaklarını bulmuyor.

Harun Tak SEVDAM KAVGAMDI ismini verdiği kitapta tam da dağı anlatıyor. Dağdaki hayatı çok çarpıcı bir şekilde, ancak ve ancak yaşamış olanın bilebileceği detaylarla gözler önüne seriyor.

KİTABIN ÖNSÖZÜ

Kimi kitapların önsözü sıkıcı olabiliyor, fakat Harun Tak’ın kitabına yazdığı önsöz kesip saklanacak bir önsöz kanımca. Bir buçuk sayfalık önsözü sizin de benim gibi okuyacağınızı ümit ederek alıntılamak istiyorum. (Uzun alıntılar pek makbul sayılmasa da ben bu önsözün buna değer olduğunu düşünüyorum)

Şöyle yazmış Harun Tak:

“Harun kim diye soracak olursanız; daha on yaşındayken küçük bedeniyle Cuma Tak’ın cenaze töreninde, “Biji Kürdistan” pankartını taşımakta zorlanan, Pkk’yi, Esat Oktay’lı Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi kapısında bekleyen anne ve babaların göz yaşlarından öğrenen, kimliğini açık görüşlerde hayranlıkla izlediği ağabeylerinden edindiği taşlarla ören biridir Harun.

Yazmakla halkımın geleceğine bir dipnot düşmek istedim. ‘Bunlar da yaşandı, bilin’ demekle bende kalan izleri paylaşarak vicdan yükümü hafifletmeye çalıştım.

Hüzün, kırgınlık, ve yenilmişlik yaşamımın özetinin özeti duygu sarmalıdır.

Amed Eyaleti Cephe Karargâhı’nda 1994 yazında şehit düşen Raman (Selahattin Kaya)  arkadaşımı anlatan küçük bir öykü yazmıştım. Bu öykü elden ele dolaşmış, neredeyse tüm arkadaşlar bu öyküyü okumuştu. Her okuyan arkadaşımın benden istemi aynı oldu…

“Beni de yaz”

Bu istemle her karşılaşmamda nedenini sorgulama ihtiyacı da gelişiyordu. Neden arkadaşlarım benden kendilerini anlatan bir şeyler yazmamı istiyordu?

“Var olma isteği?”

“Benden bir iz kalsın”

“Ben de bu kavgada yerimi aldım” demenin bir yoluydu bu.

Bir kavgaya girmiştik. Binlerce Hebun içinden hangi Hebun olduğumuzu biz bile bilemez, ayırt edemez olmuştuk. Ailemiz, sevdiklerimiz, halkımız bilsin istiyorduk.

“Ben! Ben de bu kavgada yerimi aldım, bilin beni” demek işte ancak “benden” izlerin aktarılmasıyla olabilirdi. Bizler yitip gidecektik ama bir iz mutlaka kalacak, kalmalı demekti bu.

Her isteyen arkadaşımı yazmaya çalıştım sonraları. Bana ailelerinden, arkadaşlarından, katılışlarından, yaşadıklarından kesitler anlatırlardı.

Bütün bunlardan bir öykü, bir biyografi, bir küçük yazı hazırlardım. Her biri o yazıyı en değerli şeyiymiş gibi sahiplenir, saklardı. Kendimi de yazdım zamanla.

Amed’de, Dersim’de, her biri ayrı bir dağda, ayrı bir kayanın dibinde dört küçük ajanda hala benim gidip onları almamı bekliyor.

Yazmak bizler için öyle değişik anlamlar ifade ederdi ki, okur-yazar olmayan arkadaşlar bile yazmadan duramazdı, bunu anlamanızı beklemiyorum ama bilmeniz için yazıyorum.

“Orada ben de vardım. Bilin beni” diyen arkadaşlarımın bende kalan izlerini yazmaya çalışıyorum. Korkularımızı, sevinçlerimizi, yaşamımızı olduğu gibi hiçbir kaygıya, hiçbir amaca hizmet etme aracına dönüştürmeden, olabildiğince yalın ve anlaşılır olmasına gayret ederek yazmaya uğraşıyorum.

Kendimi yazıyorum. İçimi, beni sarıp sarmalayan çıkmaz sokaklarımı, geride kalan olmanın acılarını yazıyorum…”

PKK’DE KOD İSİM ALMAK

Kitabı okuduğum esnada Harun Tak’la Pkk’de kod isim alma ve gizlilik konusunu bir ara konuştuk. Bana çok şaşırtıcı bir şey söyledi. Dedi ki:

“Militana ‘gizlilik’ adına yeni bir kod isim vererek onun bütün bir geçmişini, mazisini siliyorsunuz. Pkk’de bu, ‘illegalite’ adına yapılıyordu. Oysa hiçbir işe yaramadığı da bir gerçekti. Katılan kişinin her türlü bilgisi alınır, bir deftere yazılırdı. O defter ya bir şehit arkadaşın sırtındaki çantada veya gömüldüğü bir yerden teslim olan biri tarafından düşmana verilirdi. Partiye katılmış birinin kodu, gerçek adı ve özgeçmişine gereken özen gösterilseydi, bugün yıllar önce şehit düşen arkadaşların ismine, gerçek kimliğine ulaşmakta hiçbir zorluk yaşamıyor olurduk. Halbuki bugün sırf kod adını bildiğimiz veya onu dahi bilmediğimiz yüzlerce şehit arkadaşımız var. İsimsiz, ailesinden, geçmişinden kopuk, sadece onu sevenlerin Pkk’ye gittiğini bildiği, ama ona ait başka hiçbir bilgiye ulaşamadığı gerçeğini yaşamazdık. Kod isim vererek gelen kişiyi  hiçleştiriyor, onda yeni bir kişilik oluşturmaya çalışıyorsunuz. Oysaki gelen kişi bir birey. Her bir bireyin bir mazisi, bir öyküsü var. Bu durumda siz tüm bu maziyi silerek onu hiçleştirmiş olmuyor musunuz? Neyin gizliliği? Adamın dağa geldiğini bilmeyen mi var geride? Ele geçmeyen sicil kayıtlarımız mı var? Oysaki her kes kendi adıyla savaşsa, kendisinden geriye bir şeylerin kalacağını bilse, en kötü ihtimalle kendi adıyla anılacak olacağını bilse daha verimli ve arzulu olmaz mıydı?”

Harun Tak haklı değil mi? “Beni de yaz” diyen militanın ölüme giderken kendinden bir şeyler bırakma istemi bu açıklamayla örtüşmüyor mu?

Bir kod isim olmak, yanı başındaki savaşçı yoldaşının ölüm durumunda seni sadece kod isminle hatırlayacak olması hakikaten acı değil mi?

Kitaba tekrar dönersek…

LAREŞ DAĞA GİDİYOR

Sevdam Kavgamdı’da Lareş’in başından geçenler kitabın iskeletini oluşturuyor. Lareş Diyarbakır’da yaşıyor. Yıl 1993’tür. Gerilla savaşının alabildiğine tırmandığı, her gün bir yerlerde Pkk’nin eylemler yaptığı, gençlerin akın akın dağa gittiği yıllar.

Bu atmosfer içinde Ceren’e olan ilgisi bir tarafta, Kürdistan sevdası diğer tarafta olmak üzere iki büyük meselesi var Lareş’in. O’nda Kürdistan sevdası ağır basar ve ailesini, Ceren’ini, her şeyini ama her şeyini geride bırakarak dağın yolunu tutar.

Kabul etmek gerekir ki mayınlı bir alanda kitap yazmak hiç de kolay iş değil. Yazarken kendinizle ilgili kaygınız olmasa bile, başkasını düşünerek bazı şeyleri yazmamak ahlaki bir tutumun ifadesi olabilir hiç şüphesiz. Yazarak başkasının hayatını karartmak işten bile değil. Kimbilir, belki de bundan kaynaklı olarak kitapta olması gerektiğini düşündüğünüz kimi şeylerin yazar tarafından pas geçildiği duygusuna kapılabilirsiniz. Kitabın bir iki yerinde bu fikre kapıldığımı söylemeliyim.

Harun Tak, SEVDAM KAVGAMDI adlı Roman/Anı çalışmasında Lareş’in başından geçenleri anlatırken adlarını daha önce duyduğumuz, bildiğimiz birçok Pkk’li kadroyu da anlatarak onları daha yakından tanımamıza vesile oluyor. Bunlardan ilk aklıma gelen isimler şunlar: Zekiye/Zekiye Alkan (1990 Newroz’unda bedenini ateşe verdi), İsa (Orhan İlbay, 09.03. 2000’de geri çekilmeyi reddeden arkadaşlarıyla birlikte şehit düştü), Zeki (Şemdin Sakık), Girdap (Nevzat Çiftçi), Zilan (Zeynep Kınacı, 30 Haziran 1996 Dersim Şehir merkezinde intihar saldırısı gerçekleştirdi*)

KİTAPTAN BİRKAÇ ALINTI

 “Açık şiddetin kol gezdiği arenadaysanız, her an ölümle burun buruna kalmanızdan doğal olan başka bir şey de yoktur. Ölümle ilk tanışmanızda sarsılıp dağılırsınız. Bu kanıksama ne kadar çok gelişirse insanlıktan o kadar çok uzaklaştığınızı hissedersiniz” diye yazıyor Harun Tak Sevdam Kavgamdı’da. Ama öte taraftan Lareş’in dağa çıktıktan sonra yaşadıkları, onca acılar, yaşanmışlıklar Lareş’i klasik bir savaş robotuna çevirmediği anlaşılıyor. Çünkü yer yer sorgulamaları hiç eksik olmuyor. Ayrıksı bir duruş, içine bir türlü sinmeyen bazı durumlar arkadaşlarının da dikkatini çekiyor.

“Karargahta bulunan tüm arkadaşların hazır bulunduğu bugünkü toplantıda İsa( Orhan İlbay) arkadaş beni öne çıkarıp; “Lareş arkadaşın en temel sorunu kroşe olmasıdır” dedi. Arkadaşların tamamı güldü. Ama İsa arkadaşın ne demek istediğini kimsenin anladığını sanmıyorum. Benim için kullandığı bu deyimi yine bir gece yarısı sohbetinde bana anlatmıştı. İsa arkadaş için ben ‘PKK yaşamı içinde ama PKK yaşamını kabul etmeyen’dim. Tartışmalarımızdan bu sonucu çıkarmıştı.  “Paris’te Ren Nehri kıyısında yaşayan Kroşeler’e benziyorsun. Onlar da Paris’te yaşar ama yaşamın tüm kurallarıyla kavgalıdırlar. Sen de içimizdeki Kroşesin…”

SUSMAK ZORUNDA…

Lareş’in sustuğu, susmak zorunda kaldığı anlar olur. Şu satırlar sustuğu anlardan:

Şoreş’ten duyduklarım düşündüklerimde ne denli haklı olduğumu göstermişti bana. Partiye yeni katılanlar için küçük bir broşür hazırlanması üzerine düşünüyorum bu aralar. İçinde;  “Ben kimim? Burada ne işim var? Gerillanın günlük sıradan yaşamı nasıldır? Savaş ve niçin savaşıyoruz? Dün ve bugün arasındaki temel farklar nelerdir?”  sorularının yaşanmışlığımızdan edindiğimiz cevapları olmalı.

İsa arkadaşa bahsettiğimde aldığım cevap “Önderliğin çözümlemelerinden bu konularla ilgili kısımları alarak yazacaklarını derinleştir, getir bakalım” oldu! Ona ‘Önderlik gerillaya hiç katılmadı ki’ demek istedim. Derdimi anlatamamak kadar beni zorlayan, yalnızlaştıran başka hiçbir şey yokmuş gibi gelir bazen. Bu anlarda tam da böyle hissederim.

“SENİ SEVİYORUM”

Lareş, Cuma kod isimli gerillanın bir kadın gerillaya “seni seviyorum” demesi üzerine uygulamaya alındığını anlatıyor. Oysaki Cuma’yı bu sözlerinden ötürü yargılayan komutanlar, kadın gerillalarla çok daha fazlasını yaşamaktadırlar. O yargılamadan kısa bir kesit:

“Mahkeme kuruldu. Üç arkadaşımızı hakim olarak seçtik. Savcı Fırat; Cuma’nın yaşamımızı ne kadar çok bozduğundan, Parti yararına tek bir mermi sıkmamışlığına varana değin bir sürü şey zırvaladı. Sonuçta Cuma’nın infazını istedi. Oturduğum yerden bu tiyatroyu seyreden çaresizliğime küfürler ediyorum. Mahkeme hakimleri bizlerin ne düşündüğünü sorunca izin isteyip ayağı kalktım; “Cuma arkadaşın yaşamımızı bozabilecek bir gücü olsaydı, böylesine basit, böylesine çocukça bir şey yapmazdı. Kendini bir lisenin bahçesinde oyun oynayan biri sandığı için bir arkadaşımızı ölümle cezalandırmak yaşamımızı güçlendirecekse vay halimize. Bu arkadaşın yaşadığı yeri hatırlaması, savaşı, savaş koşullarını, savaş içinde sevginin ne olduğunu anlaması, kavraması için iki aylık bir emek sürecine alınması yeterlidir” dedim. Orada bulunan yüzün üstündeki gerilla içinden sadece üç arkadaş benim “iki aylık emek sürecine alınması” önerimi destekledi. Geri kalan doksanın üzerinde arkadaş idamını onayladı. Cuma apar topar o yamaçta kendisine kazdırılan mezarında yatıyor. Kafasında bir kurşun deliğiyle.”

Doğrusunu kitapta hangi sayfalardan alıntılar yapacağıma karar vermekte zorlanıyorum. O kadar çok şey var ki, hangi birini alıntılasam diye kara kara düşünüyorum. “Siz en iyisi kitabı alın okuyun” diyeceğim ama, onu da diyemiyorum.

Manşette görmüş olduğunuz kitap sadece ve sadece 200 adet yazarı tarafından, kendi çabasıyla bastırılmış. Gidip herhangi bir kitapçıdan satın alamazsınız. İnternet üzerinden sipariş de veremezsiniz. Geriye tek bir yol kalıyor; şayet kitabın yazarına ulaşırsanız, kendisinden rica edebilir, varsa, ancak o şekilde temin edebilirsiniz.

Ben de bir arkadaşımın aracılığıyla Harun Tak’ı tanıdım ve bu tanışma, kitaba sahip olmama vesile oldu. Şanslı addediyorum kendimi.

Bu vesileyle buradan şunu da belirtmem gerekecek: Bu kitabı basabilecek yüreğe ve duyarlılığa sahip bir yayınevi mutlaka ama mutlaka bu kitabı basmalı ve okura sunmalıdır.

Harun Tak bu kitapla “dağı anlatmayı” amaçlamış ve bunu da gayet iyi başarmış. Bunu yaparken subjektif sayılabilecek değerlendirmelere tevessül etmemiş, eleştirilerini yaşanan somut olaylara dayandırmış. Sert sayılabilecek eleştirilerine kolayından karşı çıkmak pek mümkün değil.

Pkk’de ve benzeri örgütlerde “giriş” kapısı var, “çıkış” kapısı yoktur. Bu tür örgütlerin içinden çıkanların deneyimlerini yazmamalarının bir sebebi de bu olsa gerek. Pkk’den ayrılıp da yaşadıklarını yazamayanlar büyük bir yekûn tutuyor. Harun Tak bu kitapla adeta tüm bu yazamayanların yazarı, sözcüsü olmuş.

Sevdam Kavgamdı’yı yazmak, bu kitabı anlatmak hakikaten güç. Çünkü yaşanan onca şey arasından birkaç alıntı yapmak, bu sitenin okuyucusunun ağzına adeta bir parmak bal çalmak gibi bir şey. Ve üstelik de kitabı okumak isteseniz piyasada bulamıyorsunuz. Bu bile başlı başına bir sıkıntı bu kitabı anlatırken.

“Bu kitabı bulamayacaksak, bize ne diye anlattınız” diye serzenişte bulunacak okuyucuya söyleyecek bir söz bulamıyorum doğrusu.

1 Yorum
  1. Barzan diyor

    Kiymetli Kùrd evladlarina haksizlik olmasin.
    Biz Kùrdler PKK,de askeri faliyeti olup ayrilanlardan merhum kiymetlimiz SAID çùrùkkaya ve hevallerinin Kùrd u Kùrdistani duru§unu gordùk ve biz kuzey Kùrdistanlilara hep ornek bir vatanseverimiz olacaklar.
    Annesi Tùrk rezilin fa§ist Alman irkci partisinden ilham alarak bir gecede Irak kominist partisine kurdugu yildirim tugaylari 24 noktadan saldiran ve Kùrd milli hareketine Yahudi Barzaniler diyip sava§ açan Kùrd u Kùrdistan dù§mani bu rezile kalem olup yildirim tugaylari isimli kitabi yazanlarin once kendi hatasini kabul etmesi lazim.
    PKK,,nin hata,eksiklik ve yoneticilerinin Kùrd dù§manligini gorùp ayrilmak ve Kùrdistan milli hareketini karalamakta hiç dogru bir tutum deyil.
    Merhum kiymetlimiz SAID çùrùkkaynin Kùrd u Kùrdistani ornek vatansever askeri ya§ami ornek bir ya§amdir.
    PKK;nin Hizbullahci ve ortak vatanci yoneticilerinin bir kismi ilà sava§cilari arasinda ayrima dikkat etmek lazim.
    Kendine ozgùrlùkcù kapitalist ùlke vatanda§ligina laik goren bazi §a§kinlarin,Kùrde yanlizlik ve katilam yolu olan ùçùncù yolcu akilsizlara dikkat etmek lazim.
    Mantik ilà siyaset yazanlarin adresi olan Vengma bu konuda dikkat etmesi kazim.
    Mezhebcilik kokan Hasan Sabahi suikastcilar ve ùmmedi yobazlarin Kùrd u Kùrdistani davasi olmadigini bagimsizlik referandumunda gordùk.
    Bana gore kominizim,fa§izim gecimsiz ikizler oldugu gibi sunni ve Alivilikte ayni olcùde Kùrd u Kùrdistan dù§manligidir.

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

nine − 4 =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla