Faysal Dağlı Büyükşehir belediyelerine kayyım atanması etrafında Kürdistan’da gelişen olaylar, Kürd-Türk ilişkisini, siyaset sınıfının davranış ve icra tarzının dayandığı yeni aşamaları, geçirdiği değişimi ifade etmesi açısından ilginç bir deneyim olurken, legal Kürd siyasetinin yapısal ifade ve eylem sorunlarını da bir kez daha tartışılması gereken bir mevzu olarak gündeme getirdi.
…
Belediyelerin gaspına verilen tepkilerin en dikkat çekicisi “hukuksuzluk” tanımlanması ve bu kavramı en çok Kürd siyasetçilerin ve ‘aydınlarının’ kullanması oldu. Polisin şiddetine maruz kalan HDP milletvekilleri ve taraftarları polise itiraz ederken bile onları ‘hukuka davet ederek’ tepkilerini gösterdi.
HDP Eşbaşkanları Erdoğan’ı yaptığından geri adım atmaya, Türk kamuoyunu da duyarlı olmaya çağırırken sıkça ’hukuksuzluk ve irade gaspı’ kavramına vurgu yaptı. Kürd siyasetinin her renkten kurumu ve liderleri de bu vesile ile bir kez daha ardı ardına ‘Türkiye’de demokrasi mücadelesinin önemini’ ifade ederek muadillerine ‘faşizme karşı dayanışma’ çağrılarında bulundu.
Belediyelerin gaspı sürecinde iç acıtıcı yüzeyselliklerden ve politik Kürd tabanının sürüklendiği melezliğin en tuhafı ise kimi ‘ciddi’ siyasetçilerin kayyım gaspına karşı yolsuzluk-rüşvet-israf belgelerinin ifşasına ve ‘dikkat İstanbul’u da alacaklar’ uyarıları ile Türk kamuoyunun şefaatine sığınmaları oldu.
KÜRD SİYASETİ NEREYE?
Legal Kürd siyaseti, HDP’nin kuruluşu ve AKP ile son 5-6 yılda giriştiği yıpratıcı mücadele sonrasında dramatik bir kırılma yaşamaktadır. HDP’nin ‘Türkiye partisi olma’ iddiası (kısmi seçim başarılarına rağmen) Kürdistan meselesinin çözümünde oynaması gereken başat rolden geri düşmesine ve gasb edilen belediyelerin işçilerini, ailelerini dahi sokağa çıkarma yeteneğini yitirmesine ve bu minvalde gelişen ciddi bir kırılmaya işaret etmektedir.
Peki kayyım gasbı meselesi ile Kürd ve Türklerin veya devletin etrafında dolandığı sorun gerçek bir ‘hukuksuzluk’ sorunu mu veya ‘demokrasi’ yoksunluğu sorunu mu? Meseleye geçmiş 100 yılın soğuk tecrübesi ile bakıldığında Türk-Kürd ilişkilerinde aslında bir ‘hukukun’ işlediği, gelişen tüm sürecin de bu ‘hukuk’ bağlamında uygulandığı görülmektedir! Bu şeyin ismi ‘kolonizatör hukukudur.’ Kürdlere, Kürdistan’da uygulanan hukukun tam ismi budur. Bu ‘hukuk’ düzenine karşı ‘adalet, eşitlik, yasallık, vicdan’ üzerinden siyaset üretmeye çalışmak, iktidarı, hükümeti ve uygulamalarını bu kavramlar üzerinden eleştirmek, protesto etmek aslında bu ‘hukukun’ içselleştirildiğinin bir yansıması olabilir mi?
Bundan 40 yıl önce CHP milletvekili olan Kürd siyasetçi Ahmet Türk’ün milletvekilliği mazbatasını General Kenan Evren’in askerleri iptal ederken, 40 yıl sonra da belediye başkanlığı mazbatasını Erdoğan’nın polisleri iptal etmiştir. Devletin Kürd meselesinde uyguladığı hukuk Ahmet Türk’ün kişisel hikayesinde dahi oldukça net ve sarihtir. Bu yaklaşım, PKK’nin isyanı veya şiddeti ile değil, Kürdistan meselesinin karekteri ile ilgilidir. Bu kolonizatör hukuku CNN Türk kanalına çıkan eski subay Coşkun Başbuğ, “O bölgede oy sandığından çıkanı irade olarak görmemek gerekiyor” şeklinde doğrudan ve dosdoğru tanımlamıştır!
20’li yaşlardaki Türk polislerinin Diyarbakır’da gösteri/protesto haklarını kullanmaya çalışan Kürd milletvekillerini ‘sen benim vekilim değilsin’ diyerek joplaması, bu olayın fotosunun altına ‘yakın hepsini’ diyen Türk okurun tavrı da tam olarak bu hukukun icrasıdır. Bunu eğip bükmeye çalışmak Kürdlerin taleplerinin sapmasına ve meselenin çözüm yoluna sokulamamasına neden olmaktadır.
Bu noktada HDP’de siyaset yapan diğer bileşenlerin de göz önünde bulundurması gereken şeyler vardır. Demokrasi ve adalet mücadelesini Kürdlerle birlikte yürütebileceklerine inanıyorlarsa, Kürdlerin etnik taleplerini en az Kürdler kadar savunmalı ve bunu küçülterek, gizleyerek veya farklı formlarla ‘meşruiyet’ arama çabasından ve Kürdleri sisteme entegre etmekten başka sonuç vermeyen bu yöntemlerden vazgeçmeleri gerekmektedir. Bu tarzı siyaset ne Türklere ne de Kürdlere hiçbir şey kazandırmayacak, sorunu, şiddeti ve çözümsüzlüğü daha da büyütecektir. ‘Güney Afrika modelini ve yıkıcı sonuçlarını’ inceleyen HDP’li Türk demokratlar bu gerçeği bilince çıkarmalıdır! Onurlu bir barışın, ‘kardeşçe bir komşuluğun’ tek yolu gerçek bir adaletten ve bunu doğru kavramlarla dillendirmekten geçmektedir. Yasallığın Kürdleri öldürmesinin önüne bu şekilde geçilebilecektir.
‘Kürdistan’ diyemeden, dendiğinde de onun bir vatan ismi değil de coğrafya ismi olduğunu araya sıkıştırılıp ‘bakınız bölücü değilim’ mesajı verilerek, polis zulmünün ‘ortak vatan hukuku’ söylemi ile durdurulacağından, Kürd meselesinin bu yaklaşımla çözüleceğinden kim emin olabilir?
KENDİNİ TANIMLAMA SORUNU
Kürdistan meselesinin çözümsüzlüğündeki en büyük handikaplardan biri olgunun sahipleri tarafından bile doğru tanımlanmaması ve artık hakim devletlerin sınırlarını aşarak ‘uluslararası terör listelerine’ sirayet eden ‘Kurdofobi’nin isimlendirilmemesidir. Siyaset sınıfının bu gerçeğin farkına varması ve sorunu doğru ve doğrudan ifade etme ve bu şekilde çözüm arama cesareti göstermesi gerekmektedir. 100 yıldır 4 ülkede devam eden Kürdistan meselesinin dünya gündeminde bir politik-etnik sorun olarak yer almaması, bu meselenin bir isminin olmamasından ve Kürd taleplerinin net tanımlanmayışından da kaynaklanmaktadır. Kürdler; Türkiye’de ‘insan hakları sorunu’, Suriye’de ‘IŞİD’e karşı müttefik’, Irak’ta ‘iç-bölgesel sorun’ ve İran’da ise halen ‘görüş alanına girmemiş’ isimsizlerdir. Yani Kürd direnişi en zinde olduğu bu süreçte bile halen güç merkezlerinde ulusal-etnik bir mesele olarak kabul görmüş değildir.
Bu durum Kürd siyasetinin stratejisinde bir çatlağa sebeb olarak yanlış taktiklerle yürünmesine neden olmaktadır. Bu nedenle giderek içinden çıkılmaz bir hale gelmiş, ve siyaset üretiminde bile inisiyatif kaptırılmıştır. Buna en iyi örnek Kürdlerle birlikte yapılan Irak Anayasası’nın sarih olan 140. Maddesinin 15 yıldır uygulanmaması ve bu kapsamdaki Kürdistan topraklarının işgaline kayıtsız kalınması olmuştur. YPG’nin esir aldığı IŞİD’lilerin Rojava Kürdistan’ının statüsüzlüğünden dolayı yargılanamamasının veya iade edilmelerinin engellenmesi de aynı yaklaşımın sonucudur.
KALİTELİ DEMOKRASİ-KALİTESİZ SÖMÜRGECİLİK
Peki Kürd tarafının dört parçada ulusal meselenin farklı formatlarda ’demokrasi ile çözüleceği’ yolundaki söylemi (eğer samimi ise) sadece bir illüzyon mu? Demokrasi kültürleri, liyakatları olmayan bu despotik rejim ve hakim ulus yığınlarının ‘demokratikleşerek’ Kürdlerin adalet ve hak taleplerine nasıl yanıt vereceği, bunu yapabilecek potansiyel ve iradelerinin olup olmadığı gerçeği belki de yakın tarihteki benzer örneklerle açımlanabilir.
Dünyanın en gelişkin demokrasilerinden olan Amerika, İngiltere ve Fransa’nın işgalleri altındaki Vietnam, Hindistan, İrlanda ve Cezayir’deki uygulamaları demokrasi ile ‘sömürge hukukunun’ farklı şeyler olduğunu, ileri demokrasilere sahip ülkelerin dahi sömürgelerde her türlü insan-ulus hakkı ihlal edebileceğini göstermektedir. İngilizler Hindistan ve ve İrlanda’da, Fransızlar Cezayir’de, Amerikalılar Vietnam’da ulusal talepler ile ayaklanan işgal altındaki uluslara karşı tarihin en korkunç suçlarını işlediklerinde kendi ülkelerinde vatandaşları yüksek yaşam standartlarına sahip, kaliteli demokratik yönetimler ile idare ediliyordu. Ne İngiltere’de, ne Amerika, ne de Fransa’da faşizm yoktu, bu ülkelerin halkları da hallerinden oldukça memnun, ve Cezayir, Vietnam, İrlanda ve Hindistan’da çocuklarının işledikleri cinayetlerden, insanlık suçlarından (küçük marjinal gruplar, vicdanlı aydınlar dışında) bihaber veya duyarsız idiler.
Cezayir, Vietnam, İrlanda veya Hindistan yurtseverleri de sömürgeciliği bertaraf etmek için savunmalarını işgalci ülkelerin daha da demokratikleşmesi üzerinden kurmadılar. Kendi ajandalarına bağlı kalarak, kendi talepleri etrafında örgütlenerek, kendi kendilerini-ülkelerini yönetmek dışında bir pazarlığa girişmediler. Hakim uluslardan mağduriyet üzerinden şefkat dilemeden, ‘hukuk’ talebi saflığı yapmadan, sömürgecinin vicdanına oynamadan ısrarla sivil-pasif-aktif her türlü yöntemle direnerek, kendi beyinleri, dileri, kültürleri ve stratejileri ile kazandılar.
Halen devam eden Filistin-İsrail meselesi de bu bağlamda aktüel bir örnektir. Dünyanın en gelişkin demokrasilerinden biriyle yönetilen İsrail devletinin, Filistin halkına karşı savunma kastını aşan orantısız vahşi eylemlerine bu ülkede aralarında kimi askerlerin de olduğu savaş karşıtı bir azınlık dışında güçlü bir itiraz yoktur. Tabiatı ile Filistinliler de sorunun çözümünü İsrail’in daha da daha da demokratikleşmesine bağlamamaktadır.
DEMOKRASİ FANTAZİSİ!
Bir an varsayalım ki Kürd direnişi AKP hükümetini devirdi ve Türk devleti ile halkını sihirli bir çubukla İngiltere’de, Fransa’da, Amerika ve İsrail’de olduğu gibi demokratikleştirdi!
’Demokratik Türkiye’nin Kürdlere; ‘Sizi linç etmekten, öldürmekten, hapislere atmaktan, sürgünlere yollamaktan, işkence etmekten, asimile etmekten, varlığınızı inkar etmekten, dilinizi, kültürünüzü yasaklamaktan, tarihinizi yağmalamaktan, şehirlerinizi, köylerinizi yakıp yıkmaktan, isimlerini değiştirmekten, zenginliklerinizi yutmaktan, çocuklarınıza ayakkabılarımızı boyatmaktan, üç beş kuruş karşılığında kadınlarınıza-yaşlılarınıza fındık-portakal toplatmaktan, sizi yoksul ve yoksun bırakmaktan vazgeçtik, size verdiğimiz zararları telafi etmeye başlıyor, ülkenizi işgal eden polis ve askerlerimizi geri çekiyor, aranızdan işbirlikçi devşirme ahlaksızlığından vazgeçiyoruz, kendimizi sizinle adil bir şekilde eşit görüyor, onurlu bir barış teklif ediyor, size ve hâkimiyetimiz altındaki herkese karşı yüz yıldır işlediğimiz insanlık dışı tüm suçlardan dolayı özür diliyor, evlatlarımızın katil olmasından vicdan azabı duyuyoruz, ruhumuza sinen ırkçılık illetinden utanç duyuyoruz, hayatlarınızı bizim insanlaşmamız için de verdiğiniz için size minnet duyuyoruz, sizin mücadeleniz olmasaydı ülkemizin demokratikleşmesi, insanımızın medenileşmesi mümkün olmayacaktı, bu vahşet dolu geçmişimiz ile yüzleşmeye başlıyor ve kaderinizi belirleme, kendinizi her türlü yönetme hak ve kararınıza saygı duyuyoruz’ diyeceğinden kim emin olabilir?
Unutulmamalı ki yaşamın en sıkıntılı anlarında dahi umut vardır. Olumsuz tınısıyla birlikte sormanın tam zamanıdır: Kürd siyaseti quo vadis (nereye gidiyorsun)? Bu soruyu yanıtlarken, Hrıstiyan efsanesindeki gibi yeniden çarmıha gerilmek ve acı çekmek gibi berbat sonuçlar göze alınmalıdır. Kürdler yeni seçenekler, yeni söylemler üretebilecek dinamizme sahiptir. Kayyım meselesi de belki Kürdlere; ‘bir musibet bin nasihatten iyidir’ deneyimini hatırlatacaktır!