Dağ yaşamına ilişkin pek çok şey söylendi, yazıldı, çizildi ve dağa çıkmak her kürt için vazgeçilmez tek seçenek haline geldi, getirildi, özellikle kadınların dağa çıkmasına özel anlamlar yüklendi, toplumsal gelişimin dinamiği olarak ele alındı.
Ben, dağa çıkmış kadınların günlüklerini okudukça, hikayelerini öğrendikçe yaşamın bir peri masalı olmadığını daha iyi anlıyorum. Bugünkü yazım yine kayıp bir kadının günlüğünden, önceki hikayenin devamı niteliğinde ve ben lafı uzatmadan sözü yine meçhul kürt kızına bırakıyorum:
Yarasa Cana’nın yaptığı ilk iÅŸ ÅŸuydu : Çantamı hamurla doldurup bu yetmiyor, gibi üzerine birkaç taÅŸ da yerleÅŸtirip topların atış menzilindeki tepeye göndermek oldu ve bunu parti talimatı olarak yapıyordu. Bu aralar her ÅŸey parti talimatı olmuÅŸtu gerçekten. Hiç itiraz etmedim. Çünkü ölmek istiyordum. Bir deÄŸil, bin defa ölmek istiyordum. Çünkü hayat benim için tüm anlamını yitirmiÅŸti. Tepeye gittim arkadaÅŸlarım bir film izler gibi beni izliyorlardı, merakla heyecanla, top mermilerinden yanım ve yönündeki tüm kayalıklar paramparça oldu ben ordan da kurtuldum. BirliÄŸe geldiÄŸimde Yarasa Canan, bağıra bağıra ” ya sen dokuz canlımısın, ölmedin hala, bize karşı direnç halindesin” dedikten sonra mangasına gitti. Artık bunların yaptığı hiç bir ÅŸey beni ilgilendirmiyor aç kurtların önüne atılan bir insanın yalnızlığı ve mahzunluÄŸundaydım…..’