“Kayıplar zeminsiz bir baÅŸlangıçtır” diyerek, bir kitap ve öykündüğümüz maÄŸlup öykülerimiz.
“Savdam kavgamdı”
Çözüm diye yürütülen ancak çözümsüzlüğün ta kendisi olduğuda bilinen kirli bir savaşın ortasında kaybolup giden yürek ve yaşamlardan geriye kalan; kardeşin kardeşe sıktığı kurşun kadar acı yaşanmışlıklar.
Yaşanılanların bizzat yaşayan tarafından kaleme alındığı
anı ve öyküler.
Çoğu zaman bir nefeslik anların asırlara dönüştüğü,duyguların doğup doğup tekrar insanı
hızla terkettiği kesitler,
karanlığa yakılan bir kibrit çöpü.
Herkesin herkesi kurtarmaya çalıştığı ancak koÅŸulların çeliÅŸkilerle cevrildiÄŸi, çıkışı imkansız örümcek ağını tarif etme çabasıyla beyaz kağıda serpilen kelime ve cümleler…
Savaşa karşı verilen haklı bir savaşın öyküsü.
Canlarını vererek savaşı besleyen, dünyanın en şanssız coğrafyasının talihsiz ve boynu bükük çocuklarının hüzün ve gülüşleri.
Herkesin herkesi sevdiği ancak herkesi karşı karşıya getiren, koşulların dayanılmazlığı.
Güzel ve iyiyi savunan ancak pratikte savaşın ağır koşulları sebebiyle yoldaşlarını, güzelik ve olulumluluk adına infaz edenlerin içinde bulunduğu anlamsızlık girdabı ve bu güzellik adına ne kadar duygu, düşünce varsa hepsine el sallayarak giden acımasız, acımasız olduğu kadarda yürek parçalayan kahredici cinnetin yazılara resmedilişleri.
Zaman zaman nefesimin kesildiÄŸi hissine kapılarak okuyup bitirdiÄŸim, Harun Tak’ın Larsek yayınlarından çıkan “Sevdam Kavgamdı” kitabından söz ediyorum.
Kürdistan’ın her karış toprağı Larsek,Dersim, Amed, Botan, Behtinan bize savaÅŸta yaÅŸanan acı ve trajedileri hep hatırlatacak hiç unutturmayacaktır.
Tıpkı Larsek bölgesi ve aynı isimle “Sevdam kavgamdı” kitabını bize sunan “Larsek yayınları” gibi.

Duvarları ölümün ayazıyla örülen, haksızlığın hak sayıldığı savaÅŸ denilen derin çukurda çok az savaşçıya nasip olan ÅŸans ve çabayla;beden ve yaÅŸadıklarını ölümden koruyup Avrupaya atan sevgili Harun’un kitabını okurken, gecenin karanlığında, Munzur nehrinde, üzerlerine yaÄŸan kurÅŸunlardan kurtulmak için karşıya geçmeyi baÅŸaramayıp çayın akıntısına kapılarak yiten canlarla birlikte yitip gittim.
Sığınakta kimyasal gazın nefessiz bıraktıklarıyla birlikte nefessiz kaldım.
Yoldaşları tarafında infaz edilenlerin kendilerini infaz eden yoldaşlarına bakarken gözlerindeki acı ve hüzünle yüreğimden ve insanlığımdan vuruldum.
Oysa 1938 Dersim tertelesinde yaşananlar tekrar ediyordu Ali bogazında,
sömürgeciler yıllar sonra çıkıp;” maÄŸaralarda hepsini fare gibi zehirledik” diyeceklerdi.
Oysa Qalık u Dapir’lerimiz yıllar önce yine sadece geceleyin saklandıkları maÄŸaralardan çıkabiliyor yıdızlara bakıp soluklanabiliyorlardı.
Sadece geceleyin kaybettikleri yakınlarına ağıtlar yakabiliyorlardı.
Sadece geceleri, Munzurdan bir yudum su içebiliyor ellerini gökyüzüne açarak;”Ya duzgı tu bıgêşe tenganiya me” diyerek Düzgün Babayı yardıma cağırabiliyorlardı.
Yani o geceler ki hem buldukları hem yittikleriydi…
Yine zalimin zulmüne ugruyorlardı ve yine dardaydılar, tıpkı torunlari LareÅŸ ve Munzur’un akıntısında yitip gidenleri gibi.
Kitaptada değinildiği gibi, Kürdistan dağları bizlere dostluk eli uzatan canlı organizmalardır sanki.
Savaşın içinde olmayanlar, savaÅŸanları kahramanlaÅŸtırıp ilah ilan edebilirler fakat savaÅŸanlar için durum farklı ölüm ile yaÅŸam arası mesafenin bir nefes kadar yakın olduÄŸu anlar içinde, birer “hiç” oldukları gerçeÄŸini görmeniz için deÄŸerli Harun’un kitaplaÅŸtırdığı yaÅŸanmışlıkları okumanız yeterli.
Savaşanlar kahraman olamazlar, ne yazık ki!
Bana göre Harun’un kitabında savaÅŸan, Gerilla ve öyküleri ,ölüm üstüne geldiÄŸinde ondan kurtulmak için akıl ve mantığı zorlayan yollar deneyen insanın öyküsüyle aynıdır.
Ölümden kurtulmak için her insan kendince kahramanlaşır,
ancak yaşamaya devam edip ölümü yücelten ve ölüme yollanan insanların yok oluşuyla kahramanlaşanlar, korkak ve acımasız insanlardır.
Son yarım asır Kürdistan çografyası,ölümün kutsallaştırıldığı bir coğrafyaya dönüştürülmüştür.
Yaşamdan söz ederken, öldürmek için savaşmak korkunç ve kahredici bir çelişkidir.
Bizim savaşçılar bu korkunç çelişkinin kahredici farkındalığıyla kendilerini kandırıp savaştılar ve ne yazık ki hâlâ savaşıyorlar!
Bizim savaşçılar ki ,canlarını vererek kahramanlaştırdıkları korkakların,yumruğu altında ezilip acı çekmeyi bir marifet sayarlar.
Ne acıdır ki paramparça oluÅŸlarını küçümseyip öz eleÅŸtiri yapmak adına “ben yetersizim” diyerek acının daha derin dehlizlerine girmeyi hedef edinmiÅŸlerdir.
Oysa okuduğumuz kitapta, savaşçıların insanüstü bir irade ve mücadele sergilediklerini görüyoruz.
Binlerce savaşçıdan sadece biri olan LareÅŸ’in,sevgilisini ve beraberinde geleceÄŸini bırakıp bir belirsizliÄŸe adım attığı gibi…
“YüreÄŸimin kuytuluklarında,
Bir mezara sahibim artık.
Bitmek bilmeyen
Acılarımın kaynağını,
Seni gömdüm ya…
O gün bu gündür,
Özlemli sabahlara,
Uçsuz bucaksız kırlara,
Yada dipsiz uçurumlara uğradığında benliğim
Bir demet kokusuz nergiz alırım.
Hiç yaşanmamışlıklarımdan,
Soguk bir kapıdan geçer
Ugrarım sana.
Iyiki vardın gök yüzümün yıldızlarında.”
diye bir trajediyi şiirin diliyle anlatmıştır.
Nice mezarlar kazıldı ve ne bitmez acılar gomüldü yüreklere.
Birde ne çok yaklaşan olmuştur
o soÄŸuk kapıdan geçerken,yüreÄŸine gömdükleri sevgi ve sevgililerine…
Portetifler(çocuklar) düşünüldüğünde ise daha sığdıramamışlardı gökyüzünden parlak bir yıldızı yüreklerine ve bu yüzden, neredeyse yüzünü bile unuttukları sevgililerine minnettarlıklarını fısıldıyordu Lareş gibileri.
Karanlıkta hiçbirşey tam olarak, olduğu gibi görünmez.
Bir asırdan beri coğrafyamıza hakim olan, hic birseyin tam olarak görünmediği zifiri karanlıktır!
Son yarım asırlık zifiri karanlıkta, kaş ile göz arasında on binlerce insanımızı yitirdik.
DeÄŸerli Harun Tak’ın “Sevdam Kavgamdı”kitabı,bu karanlığa yansıyan ufak bir ışıktır.
Karanlığa tutulan ışıkta, sert bir cisim gibi yüzüme çarpan sorulardı; yaşanan bunca trajedi ve acı ne içindi! Sonuç ne oldu!
…cevap bulamıyorum ve bu sorulara cevap bulabilecek birilerinin olduÄŸunu düşünmüyorum.
Kürd’ün kendinden baÅŸka ne kızacak,nede suçlayacak kimsesi olduÄŸunu sanmıyorum.
Sömürgeciler Kürd’e ölümü dayatırken, biz çaresiz bir ÅŸekilde karşılarına çıkıp:”Buyrun gönlünüzce bizi öldürün.” dedik.
Sıkça sorduÄŸum soruyu tekrarlıyor, “acaba Kürd olmamak, Kürdistan deÄŸilde baÅŸka bir coÄŸrafyada gözlerini yaÅŸama açmak nasıl bir ÅŸeydir?” diye soruyorum kendime.
“Portetif” diye tanımlanan, ellerine tutuÅŸturulan silahtan daha küçük olan Kürd çocuklarının, düşman kurÅŸunlarıyla tarifi imkansız bir acı ile yaÅŸama kapanan yaÅŸam dolu gözlerini, kim nasıl anlatabilir ne ile açıklayabilir ki…!
Sevdiğini ve geçmiş yaşamını, yaşaması gerekenleri, bir tarafa atıp, ölüme giderek yaşamı savunanların yaşadığı korkunç çelişkiyi kim nasıl aciklayabilir ki?
Toprak için ölünmez diyecek kadar hainleştim mi dersiniz?
Hiç umurumda deÄŸil…!
Hainlikse bu ben hainim!
Yaşamı uğrunda ölecek kadar değil, yaşamı uğrunda yaşayacak kadar seviyorum.
Yaşam, ölünürek, yok edilir, yaşam yaşanmayarak heba edilir.
Hiçbir değer yaşam kadar kutsal ve degerli değildir!
Ölümün olduğu yerde ölüm doğar ve büyür, yaşamın olduğu yerde ise yaşam doğar ve büyür.
Kürdistan dağlarında, sahte romantik devrimcilerin bize yansıttığı gibi yaşamın en şereflisi değil, yaşanabilecek en korkunç yaşam ve ardı sıra gelen ölüm vardır.
Yıllarca Kürdistan daÄŸlarında, ölüme yürüyen ancak bizim gibi sevgiye, sevilmeye, yemeye, içmeye, uyumaya ihtiyaç duyan ve bunları yeterince yaÅŸayamadıklarını bildiÄŸimiz insanlara alkış tutarak suç isledik…
Tek bir gün bile karnımızın tokluÄŸundan, çocuÄŸumuzun kokusundan feregat etmeden ama Gerilla’nında birer anne baba olabileceÄŸini unutup,onları sadece sayılardan ibaret gördük ve “onbinlerce Gerillamız var” diyerek övündük…
Onların dağlarda,gözlerine mil misali çektikleri cesaretlerine dillerimizde geçici baharlar yükledik,tedirginliklerini yüzlerindeki mecburi gülümseyişlerde gizledikleri fotograflarını evlerimizin ve yüreklerimizin karanlık duvarlarına asıp vay be naralarında kaybettik insanlığımızı.
Oysa onlardan sadece birinin feci ÅŸekilde öldürüldüğüne insani bir duyarlılıkla bakabilseydik onlar ve binlercesi daÄŸlara (ölume) giderken alkışlayamaz,yüzsüzce rehavete kapılıp “vur Gerilla vur, Kürdistan’ı kur!” diye slogan atamazdık.
DeÄŸerli Harun Tak’ın kitabını okurken anlamsızlık ve hiçlikle boÄŸuÅŸtum.
Binlerce ölümle beynime enjekte edilen cevaplayamadığım sorular…!
Bence Harun Tak :Habil ilà Kabil karde§ katilamindan ve Nuh Tufanindan kurtulan salih bir Kurd evladidir.
Iki milladi iyi atlatmi§ .
ùçùnçù milladinda sava§ ve tufan gunlerini anlatiyor.
Gerçekten kominist orgùtlerde soylendigi gibi ozgùrlùk ortami yoktur.
Sùrekli açlik ve uykusulugun yani sira yorgunlugu agir yùkùnù yunan tanrisi atlas deyil Kurd fedakar evladlari ta§iyor.
Mirad Karayilan: Gerilla gùnde bir dolara ya§amini idame ediyor derken yoksulugun diz boyu oldugunun itirafidir.
Hele Kurd fedakar sava§cilarini gerilla ya§antisi diye ayakta agaç kùtùklerinin ùzerinde bir tabaktan dort gerillanin yemek yemesine goren ve kederlenerek gerilledaki çocuklarina aglayan bir aileye §aid oldum.
Abdullah Yalçin Kuçik ilà urfa sofrasi kurup gerillaya “ot yesinler” demesi açik bir dù§manliktir.
Yillarca toprakta uyumak ve sonsuz yùrùyù§lere piyade-i revan olmak Kurd sava§cilarinin kirilmaz iradesi olsa gerek.
Her Kurdi ùzen §ey zaferi olmayan bu fedkà rlikta civan merd Kurd evladlarinin heba edilmesi.
“Biz onderlik partisiyiz” demelerine ramen bunun fa§i§t kùltùrle insana ittat oldugunu anlamamalari.
“Annem Tùrk hizmete hazirim ” diyen itirafci ucube adama ramen bu mùridlik!
Neyseki Harun arkada§in annesi Kurd.
Iyi bir ya§anmi§ hayat kitabinin tanitim yazisi.
Harun ve Harunlarimiz hep ya§asin.