Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Başına silah dayalı sorular…

Zeynel Abidin Kızılyaprak

Güncel tartışmalar ve çatışmalı ortamların tozu-dumanı içinde üstü örtülen esaslı sorular her zaman bulunur. Paradoks şuradadır ki, üzerinde konuşmama hali uzadıkça suskunluğu yeniden-üreten atmosfer ve koşullar da sürgit devam eder.

Önemsediğim iki soru ve yanıt bahsi, doğrudan Kürt siyasetine ilişkindir ve daha çok da PKK’nin durduğu yeri sorgulamaktadır ve ilk soru şuradadır: Kuzey Kürtleri, ‘Türkiye’ye rağmen’ (buna ‘Türkiye-dışı’ da diyebiliriz) bir ‘çözüm’ arayışında mı olmalıdır yoksa ‘Türkiye ile’ mi ve/veya ‘Türkiye içi’ mi?..

(‘Parçacı duruş’ mu?.. Evet, bir bakıma öyle, özlemler dünyasıyla reel dünyanın temasının başka bir yolu olmaması/bulunamaması nedeniyle öyle…)

Şüphesiz keyfi yanıtlanamayacak, tarihten/sosyolojiden/maddi ve manevi olgulardan beslenmesi icap eden her iki yanıt da, prensip itibariyle, meşrudur.

Eğer ‘rağmen’ seçeneğinde yürüyorsanız, ‘yenmek’ üzerine kurulu bir stratejiden söz ediyoruz demektir ve bunun hemen hemen her türlü taktiği de kendiliğinden meşrutiyet katına oturur: Gidip İran’dan da destek alabilirsiniz, Saddam’dan da, vs. Her ne kadar ‘şık’ durmasa da ‘rağmen’, bu tür yakışıksızlıkları ortaya çıkarır. (Eh, tabii diğer seçenek de kendine göre kimi yakışıksızlıklar üretmez değil…)

Ve zaten tam da bu yüzden hiç kimse Barzani’yi suçlamamalıdır: Güney Kürdistan ta en başından ‘Irak’a rağmen’ demiştir ve bugün de aynı yerdedir (ve zaten bu nedenle -mesela- bir ordusu vardır): ‘Irak karşıtı’ tüm dengelere ve elbette bu arada ABD, Türkiye gibi güçlere önem atfetmesi yadırganamaz, çünkü ilkesel seçeneği bu tür ilişkileri gerekli kılabilir.

Mesela aksi örnek olarak, belki tarihsel değil de başka nedenlerle, Kürdistan’ın en küçük parçası ise hemen hemen başlardan itibaren (ve çoğunlukla) ‘ile’ ya da ‘içte’ seçeneğiyle yol almaya çalışmıştır; ‘rağmen’ dememiştir. Ve hem mücadele yöntemi hem de güç ittifakları bahsinde aşağı yukarı bunun izdüşümü görülmüştür. Ayrı bir bahis olan son yıllardaki Rojava tablosu, bu gerçeği (en azından bugüne kadar) değiştirmiyor.

İlk soruya verilen değişik yanıtlar, değişik izdüşümler yaratır ki, bunların başında ‘mücadele yöntemi’ gelir. Bu da bizi ikinci soruya götürür: Kuzey Kürtleri, herhangi bir çözümü silahla mı sağlamaya çalışmalılar silahsız mı?..

‘İzdüşüm’ dediğimiz şeyler arasında elbette su geçirmez bölmeler ve yüzde yüz kesinlikler yoktur; ne ‘rağmen’ tarafların anlaşmasına engeldir ne de ‘ile’, tarafların pek kibar ve kavgasız yol alacakları anlamına gelir. Fakat açıktır ki siz eğer ‘rağmen’ değil, ‘ile’ ya da ‘içeride’ çizgisindeyseniz, besbelli ki sınırları/sistemi altüst etmek gibi bir derdiniz yoktur ve bu durumda meşhur ‘amaç-yöntem’ mukayesesi sahneye çıkar. Çıkar ve der ki, ‘özerklik, federasyon gibi amaçlar için silahlı şiddet, temel bir mücadele yöntemi olamaz.’

Kişisel olarak, günümüz dünyasında, ‘rağmen’li duruşları ve bunun hatırlattığı sınır vb altüst oluşlarını bile silahlı şiddet dışında düşünmeye çalışmaktan yana olmakla ve “elinde çekiç taşıyan, her şeyi çivi olarak görür” tehlikesini gelecek adına (da) önemsemekle birlikte, ‘rağmenciler’in silahlı mücadelelerini bir ölçüde anlayabilirim. Fakat, üç kelimesinden ikisi ‘barış masası’ olan, özellikle meşhur 1998 ‘Ağustos mektubu’ndan sonra ‘üniter devlet içinde çözüm’ü ağzından düşürmemiş olan ve hatta tüm Türkiye’yi yönetmek iddiasıyla cumhurbaşkanlığına aday göstererek rejim-içiliği resmen de ilan etmiş olan bir yapının silahlı mücadelesi, artık açıkça meşruiyet sınırlarının dışını işaret ediyor; bu, karşındakinin ne yaptığından/yapmadığından bağımsız olarak böyledir… Buna bölgenin ‘kimin eli kimin cebinde’ kaotiği eklenebilir; silahlı mücadelenin, askeri teknoloji itibariyle bile, artık romantik gerillacılık dışında binbir türlü ve karanlık ilişkiler ağı getirdiği de eklenebilir ve bu durumda ‘rağmensiz’ bir silahlı mücadele yalnızca tuhaf kaçmaz, -en hafif tabirle- ölümcül bir hata da olur. Kimse kimseyi, hele de kendisini kandırmamalıdır: ‘Rağmen’ yok, fakat ve hatta ‘rağmen’li ilk yıllarda bile başvurulmamış silahlı şiddet yöntemleri söz konusuysa, gidişat, kendi varlığı başlı başına bir ‘amaç’ haline gelmiş/getirilmiş bir tür savaş makinası olma istikametidir.

Böyleyse ve Ortadoğu’nun kaotik düzleminde iş, bir makinanın fişini enerji kaynağından çekip çıkarmak kadar kolay değilse, söz konusu iki sorunun yüksek sesle ve Kuzey Kürt toplumu katında sorulması ve yanıt talep edilmesi/yanıt üretilmesi, daha fazla geciktirilmemelidir.

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

1 × five =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla