Şilan Yaşar // Kürdler iğdiş edilmiş bir coğrafyada kısır bir döngü içerisinde yaşamakta. Çünkü: Şeriatçı, mezhepçi despot rejimler tarafından yönetilmektedirler.. Ortaçağ’ın cinnetini 21.yüzyıla taşıyan; Hizbullah, El Qayde, IŞİD, Boko Haram, El Nusra patentli , psikopat yönetimler. Özü itibariyle;Kendilerine benzemeyenler için korku üreten islam ideolojisi, bu özelliğiyle bilinen tarif edilen Cin-net ve Cin-ayet suretinde. Kürdlerin en büyük şansızlığıdır bu arafta yaşamak! Türk-Arap-Farslar gibi iman ve ahlaki değerlerden yoksun: Kan ve cehaletle beslenen bir coğrafyada yaşıyor olmasıdır. Her birinde: Binbir Tefsir kitapları, Binbir ayet, yüzbinlerce hadis, sahabe, tabin, mezhep ve Allahtan öte kimliğe bürünen lider ve şeyhleriyle ancak birer cehennem inşa edebildiler!.
Müslüman müslüman’ın hunharca canını alıyor. Buna düpedüz cinayet denir. Allah katında da suçtur. Allah’ın verdiği canı Allah alır! . Enfal ve fetih ayetlerine sığınarak: cennet vaad ederken ayağı yer tutar tutmaz, içlerindeki cehennem tüm heybetiyle çıkıyor. Her gelen, her seçilen , kendinden öncekilerin cin-netini , cin-ayetini daha da yükselterek, koşturarak kana kana cinayet işliyorlar.
-Laik Kemalizm-, -Laik Baas-, Sünni-Şii mezhepçi rejimlere kadar açıktan açığa soykırımlar yaptılar… Ve aynı rejimler Kürtleri bombalanmadıkları alan kalmadı. Bugün İslam ülkelerinin bir araya geldiğinde övgüyle Atatürk’ten, Saddam’a bahsetmesine , Filistinlilerin Saddam heykeli dikmesine şaşırmamak lazım. Ülkeleri farklı olsa da imanları aynı kaynaktan besleniyor; o da -islam-.
Keza, – biz devrimi Kürtlerle birlikte yaptık diyen Humeyni ayakları yer tutar tutmaz imparatorluk rüyasını canlandırmış, Fars milliyetçiliği ve Şiilik senteziyle, kendi dünyasını inşa etmiştir. İran’da Fars nufusunun iki katı olan Kürt nufusu yaklaşık on beş milyon civarında olmasına rağmen. Kürdlerin hiçbir ulusal hakkı yoktur.. Kürdlerin, ulusal demokratik talepleri karşısında, hep kardeşlik sloganlarıyla baskı, zulüm, katliamlarla yanıt verildi. Evela Kürt katliamı sonra da yayılmacılığını bir dizi ülkede Şiiliği hızla taşıyarak bugünkü dünyayı saran mezhep sarmalını harlandırdı. Ayetullah’lar İran’da Şeriat kanunlarıyla ülkeyi yöneten bir Molla grubunun adı. Ayetullahlar -Şer’i- kurallara , Şeri esaslara göre toplumu geçmiş yüzyılların ceza hukukunu yaşatıyor . Ayetullah’lar, İran’da yönetim olarak siyasal bir makam, bir uyuşmazlığın çözümü için; fetvalar veriliyor. Hukuki veya dini yetki fetvalarla sürdürülüyor. Humeyni’nin Kürtlere biçtiği fetvalar henüz gündemde. Bir kısır döngü, ya da paralel bir dünya gibi. Uçuk-kaçık- abuk-sapık fetvaları ile eski zamana ve ruhlara bürünerek şizofrenik oldukları bir dünyanın içinde. Yaklaşık bin beşyüz yıldır, zihinlerinde tamamen farklı çağdışı ve hatta Şeriat dışı keyfi kanunların uygulanmasıyla tanrı mertebesine erdiriyor. İran İslami Cumhuriyetinde Türkiye’de olanın tam tersi olarak; Şia rejimi olarak kuruldu.. Ancak, amaç aynı, Türkiye’de olduğu gibi; kendisi gibi düşünüp inanmayanları kendisi gibi inanmaya zorlamak… Kemalist Türkiye’sinde de – Diyanet işleri Teşkilatı- belli bir mezhebe, sünni inanca göre düzenli. Oysaki toplumun üçte biri de Alevi. Laik bir ülke olmakla övünen bir ülkede böylesi bir teşkilatın varlığı söz konusu bile edilmemeliydi. Başkalarına inanç özgürlüğü tanımamak, başkasının hakkını , hukukunu reddetmek. Kürt kelimesini duymak bile Onların, derin bir ruhsal sorun yaşamalarına neden oluyor. Bu durum, Kişisel ruhsal hastalıkla izah edilemezliğin ötesinde. Sadece yapmak zorunda olduğundan dolayı değil, aynı zamanda «kendini ifade» etmenin bir yolu olarak caniliğe başvuruyor.
Sırf bu yüzden, kendilere söylenilenden fazlasını yapıyorlar; canileşerek bütün vicdan ve eksik olan «merhametin» hıncını Kürtlerden çıkarırcasına. Cin Ayetleri!.. Başka bir tanım ve yakıştırmaları bu kadar uymazdı . Psikiyatırlar uyarmış: İnsanlar gibi toplumlar da hasta olurdu… Çünkü yöneticileri hasta ise topluma bu hastalığın şirayet etmesi kaçınılmazdı. Bu hastalığın adı : Cin-Ayet! Psikiyatrinin uzmanlık sahasına girebilir… Kürtler kendi ülkelerinde, başlarına çöreklenen bu Cin-Ayet devletlerinden korkuyor. Çünkü, hem ulusal hem mezhepsel hem de insani ayrımcılık uygulanıyor. Her türlü insan hakları ihlalleri: en ağırından vardır..
BM bu gerçeği herkesten daha iyi biliyor, ancak sürekli Kürtlerin ” devlet esasına göre’ haklarını almalarını tavsiye ediyor. Avrupa’nın başkentlerinde yaşanan Kürd trajedisine bir-çok kez daha sesiz kalınması da bu yüzdendi. Hiç biri BM’nin kararına da uymuyorlar; çünkü BM’nin bu konularda bir yaptırımı ve caydırıcılığı yok. Çünkü: Ortadoğu petrolleri üzerinde monopol oluşturan Batılı petrol şirketlerinin BM üzerinde hüküm sürdürüyor. Doğrusu şu ki, Ne Türkler, ne Araplar, ne de Farslar Kürtlerle insanca yaşayamıyorlar; Ne Şii’siyle ne Sünni’si ne de Ezidisiyle. Birinin ayetlerini yaşamakla diğerinin fetvalarıyla yaşamak arasında hiçbir fark yoktur, her birinde de nasıl yaşayacağınıza onlar karar veriyor. Muhalefetteyken, Kürdlere vaadler vererek, iktidara yerleştiğinde, “İslam kardeşliği”, “Ümmet kardeşliği” sloganlarına dayanarak Kürd/Kürdistan taleplerini tamamen reddetmek, baskı ve zulüm politikalarını egemen kılmaktı. Ama, bu Şiiliğe, Şiizme özel bir politika değildi, İslam’ın Kürdlere karşı en çok uyguladığı takkiye politikası bu.
Kürtler sadece ulusal talepleri nedeniyle değil, aynı zamanda dinsel nedenlerle de saldırılara uğruyor. Bu nedenle hunhar bir din mafyası Kürdistan’da kolgeziyor: Riyakar, çıkarcı, sinsi, tipik islam zihniyetiyle: Her biri de gerçek-hakiki- islam biziz diyorlar: Humeyni, Mustafa Kemal, Saddam ve Hafız Esat kendinen öncekiler gibi Kürtlere vaadler vererek, Kürdlerle olan asıl hesaplaşmalarını erteleyerek İslam usulu takkiye oyununa başvurarak o -kutsal- mertebeye ulaştılar ! Ve bu ‘din’ siyaseti devletlerin en iyi siyasi stratejisi oldu; işine gelmediği zaman hemen hazırda beklettikleri hadislere ve karakteristik entrikalara sığınarak.
Fars Şia mezhebini devlet ideolojisi haline getirmek Humeyni’ye aitti. Önce Kürdistana yayıldı, sonra Irak’ı daha sonra Körfez ülkelerine ve daha nerelere kadar gidebilirse… Takkiyeci sinsi politikaları ve siyasetteki kanlı tecrübe, ülke siyasetinde kurnazlıklar ve sinsilikle ayakta kalmayı başarıyorlar. Humeyni’nin kurduğu Şii İslam Devleti’nin parametreleri ardılları tarafından sürdürülüyor. İran’ın tümü Hamaney’in kontrolünde olduğu gibi Şii Hamaney, şiizmi benimsemeyen kişileri “kafir” olarak suçlayıp yargılıyor, yargılama sonucunda “Allah’a düşmanlık” kararıyla idam ediyor. Kürtlere karşı olan acımasızlığını, idam görüntülerini paylaşmak haber yapmak, devlet medyası tarafından yasak kılınmış. Bu kısıtlı görüntülere rağmen, fetih bahanesiyle talan edilen Kürdistan idam edilecek gençler ölüme meydan okuyor ve korkusuzca -Bıji Kurdistan- sloganları atıyorlar. En ön sırada başlarına kırmızı band takmış, Pasdaranlar, ellerinde silahlar sokağı tutuyorlar . Onların sesini bastırmak için getirilen Şii gruplar “kahrolsun kafirler”, ve “Allahu Akber” tekbirlerle İdamlıkların sloganını bastırıyorlar.… Kürt gençlerini ve ailelerini idam edeceği zaman “onları Kürt oldukları için astık” demiyor. Onların “Vahabi olduğunu” öne sürüyor. Ümmet-Muhammet ve İslam’dan dem vuran ve tüm müslümanlara gülümseyen yüzünü gösteren İran, yıllardır korkusuzca düşüncelerini dile getiren Kürtleri üçer-beşer idam ediyor !… Ardından İmam ve urgan parasını ailelerden fatura olarak lutfediyor. Humeyni’nin hukukuyla yönetilen İranında Kürtler soykırım yaşıyor. Her çeşit işkence her çeşit idam denendi. Deneniyor. Sekiz-dokuz yıl süren İran-Irak savaşında İdama mahkum edilen Kürtler kurşuna dizilmeden önce, devlet tarafından mahkumların kanları alındıktan sonra infazları gerçekleştiriliyordu.. önce kanları son damlasına kadar alınıyor ve sonra kurşuna dizilerek infaz ediliyorlardı. ‘’Kurşuna dizilecek Kürtlerin kanı İran-Irak savaşında yaralanan İranlı askerlerin hayatlarını kurtaracak. Ve böylece öldürülen Kürdün bedeni de İlahi güç tarafından affedilecektir-. Yerseniz ! Ya idam edilen çocuklar! Humeyni’nin yasalarına göre çocuğun asılmaması ve afedilmesi için çocuğun ailesinden teslim olmaları şartını öne sürüyordu… Dokuz yaşı uygun bir yaş malum Ayşe Ana İran’da pek sevilmese de Peygamberle evlendiği yaştır. Dolayısıyla ergendir. Kirletip göndermek öte dünyada da cehennemle cezalandırmak anlamına geliyor. Humeyni’nin ayeti bu kızlar, cennete gitmesin diye. Nasıl da , keyfi fetvalar, keyfi hadislerle Ayet-Ullah (Allah’ın ayeti) tanrı mertebesi, kendi şiddetini bir tür ‘ilahi şiddet’ olarak lanse ederek. Oysa ki Ayet-Cin demek daha doğruydu. Cinayet işlemenin binbir türüne vakıf oldular. Daha yakın tarihimiz sayılan yıllarda, Humeyni’nin Kürtlerle ilgili aforoz fetvasınını hemen akabinde : İslam dünyası Beyrut’tan duyurmuştu. Fetva da gerekçe olarak: “Kürdler, İslam ordusunu zayıflatıyorlar, onun için öldürülmeleri caizdir: Irak, Türkiye ve İrana karşı savaşan Kürtler müslüman değil münafıktır, Yahudiliğe karşı savaşan büyük islam ordularına zarar veriyorlar. Bu nedenlerden dolayı Kürtlerin katli vacip, kadın ve ganimetleri müslümanlara helaldir”, diyordu.
Bu devletlerin, ırkçı-ayrımcı cinayetleri ve yayılmacı hayalleri tecrübelerle sabittir. Bu zihniyet, hasta ve düşük karakterli insanın cinnet halidir. Devletin, din ve ideolojisinin yarattığı milliyetçilik kültürü de buna dahildir. İnsani değerlere saldırmak taciz, tecavüz kültürü altında sadece Kürtler değil, tüm coğrafya nasibini aldı.
Sıradan bireyken Devlet yönetimi alanına girince masumiyetini yitiriyor. Cin-ayet makinasına dönüşüyorlar. Masumiyetini yitirmekle kalmıyor, çok önemli insani duygularını, vicdan, merhamet, vefa duygularını da yitiriyorlar. Sonra da onun ‘insanüstü’ olduğuna, diğer herkesin de zavallı olduğuna inanıp, liderlere insanlar kurban ediliyor.- Ve ellerinde kuran yeni halifeler yeni tanrı gölgeleri türüyor hemen hergün. Sanırsınız o mevkiye atanması Kuran’da yazıyor. Ve yine kuran’ı ellerinde tutarak, her türlü vahşet uygulanıyor. Günahları öylesine birdenbire, öylesine hızlı çoğalıyor ki, kendi vatandaşının canını malını bile satmaktan imtina etmiyor : İşmakinalarında idam edilmeler: İşkence edilerek öldürülenler, ölülerin burun ve kulaklarını kesen, gözlerini oyan işkenceciler; tanklara bağlanarak sürüklenen cesetleri gibi… Kürtlerin hafızalarında asla silinmeyecek olan icraatları . Ve devlet bundan kelle başı sayarak şehvetle zevk almakta. Bunun sayısız örneğini görüyoruz. Çünkü ortada anormal bir durum var; Cin-net pratiğinin bütün sınırlarını aşan bir canilikle karşıkarşıyayız. Anayasa mahkemesi kaçırılıp öldürülenlerle ilgili hesap vermezken öldürülen Türk vatandaşların hayatına karşılık 20 milyon dolar tazminat istendi. Üstelik İsrail saldırmadan önce uyarı bile yapmıştı o yobazlara. Bu durumda Erdoğan, televizyonda izah etti, “bu para aileleri teselli eder, dertlerine derman olur” dedi. Türkiye için “insan hayatının değeri” tarifeye bağlı… Kürt isen, teselliye ihtiyacın yoktur, tek kuruş alamazsınız. Türk isen aynı Başbakan kelle başına , dolarla paha biçiyor. Kürdü devlet öldürürse…Üste para istiyor. İdam etmişse, idamdan önce tecavüzcü İmam’a ve idam urganına para istiyor. Askerliğe alınan onlarca Kürt genci askerlik yaparken, şüpheli şekilde hayatını kaybettiğinde. Öldürüldü mü, intihar mı, tespit edilemedi- bilinse bile, ailesine resmi evrak gönderip, gencin ölümünde kullanılan merminin bedeli isteniyor! 1982’de PKK’dan 10 Gerilla Filistin Direnişinde hayatını yitirmişti. Filistin aynı zihniyetin ürünü olarak onları resmi şehit kabul etmedi. Şehit ailelerine maaş bağlıyorlarmış, Tabii Kürdler Hariç. Yine yakın tarihimizde, Roboski köyünde çocuklar savaş uçağıyla bombalanarak paramparça edildi. Kürdün otuz dört bedeni bombardıman sonucu paramparça edilmişti. Varlıkları sadece vergi alınırken gözden kaçırılmayan, Kürdün nafakasıyla satın alınan Ambulanslardan bir tanesi bile esirgenirken, kalabalığı yukardan izleyen, aşağıya inmeye cesaret edemeyen Devlet helikopterlerle güç-gövde gösterisi yapıyordu. TV kanalları ve gazeteleri olayın üzerinden 12 saat geçtikten sonra sadece haber olarak geçiştirildi. Devlet uçakla katliam yapıp uçak hızıyla kaçtı, bu uçaklar devletin, bu uçakları kullanan kişiler elbette biliniyordu. Türk Adalet sistemi diğer Şeri hükümlerle yönetilen ülkeler gibi zaten bu konularda çok pişkindi. Öyle ki henüz yerdeki kanlar kurumadan, beden parçaları toparlanmadan: Sus payı olarak kişi başına 123 bin lira kan parası gönderdi. Aileler, bir tek kuruşuna dokunmadan toplam olarak gönderilen parayı Devlet’e iade ettiler. Çünkü bir tek istedikleri: Adalet!. Aradan yıllar geçti hala adalet bekleniyor: Adalet daima Yok !
Türkiye bir devletin adıdır, bir yurdun adı değil, İran bir devletin adı, bir yurdun adı değildir, Keza Suriye ve ırak’da öyle birer devlet adıdır yurdun değil! Ardılı oldukları Pers ve Osmanlı da böyleydi. Bu devletlerin Kürdistan’daki varlığı gayrı meşrudur, hukuki ya da kanuni değildir. Bu nedenlerle Kürdistan’da gerçekleştirdikleri katliamlar kanun hukuk çerçevesinde değil, siyasidir ve çözümü orda aramak gerekiyor. Yaşanan şeyler, tam bir orta-çağ cinnet-cinayet siyaseti. Yaşanılanların mantıkla açıklanacak hali yok. Bu, bir cin-net halinde kurtuluşları mümkün görünmüyor. Ruhani ve Dünyevi döngüsüsü çünkü. Ellerinde tuttukları ayet ve hadislerle zalim ve cani olmaktan sadistçe zevk alıyorlar. Düpedüz kendilerini Cin sanan görünmez figürler hevesindeler. Oysa ki, Cinlerin insanları öldürmek, can almak gibi bir meziyetleri yoktur Allah onlara bu izni vermemiştir. Malum, Cinlerin yaradılışı insanlardan öncedir. Bilinen odur ki, Dünya ve çevresinden ayrılamadıklarını da yine Kur-an’da vardır. ‘Ben o cinleri de insanları da bana kulluk etsinler diye yarattım.’ (Zâriyet surêsi ayêt: 56).
Benim anladığım, Cin tarifi tıpatıp bu despot yöneticilere benziyor. Kendilerini eleştirenleri hemen islamın düşmanı, liderlerini de Allah’ın düşmanı olmakla cezalandırıyorlar. Bu suçlama fetva (emir)dir. Bu emirle, insanların canına kıyılıyor. Böyle, fetva ancak onu yayınlayan makam tarafından geri alınabilirdi. Enfal, Fetih ve ayetlerini kaldırmakta imkansız. Humeyni ölmüş olsa bile fetva yürürlükte kalacaktı. Kasımlo, Şerefkendi Kamuran heyet ile birlikte katledildiler. Belçika’da bir dini lider, bu tür bir fetvanın islamda yeri olmadığını beyan etmesi üzerine yardımcısıyla birlikte katledildi. Katiller her zamanki gibi görüşmeci kılığında, diplomat pasaportuyla İran tarafından gönderilmişlerdi. Humeyni tek başına bir fetva makamıydı, hiç kimse onun fetvasını kaldıramazdı. Humeyni, dirilmeyeceğine göre Kürtlerin payına düşen; siyasi cinayetler, katliamlar, asimilasyon ve Kürtlere olan kadim düşmanlıktı. Fetvayı ölen kişi kaldıramaz ama bugün gelinen noktada devlet medyası aralarında para toplayarak yeni fetvalara öncülük edebiliyor. Tam bir sahtekarlık örneği.
Velhasılı: Fetva bahane, aslında değişen hiç bir şey yok. Köhne zihniyeti cin-net, radikal tercihi cin-ayet kararlığıdır.