Zeynel Abidin Kızılyaprak
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Irak Kürdistanı’nda yapılacak referandum hakkında “Bu, Türkiye için savaş sebebi sayılmalı” dedi. Dediğinin içeriğiyle ilgilenmiyorum, konu bu değil. Başka bir kapsamda, şu soru gündeme getirilebilir: Devlet Bahçeli’ye bu sözleri söylemesini gerektiren, tabandan/sokaktan bir baskı var mıydı?.. Soru, daha genel olarak şu şekle de sokulabilir: Türk milliyetçiliği aşağıdan yukarıya mıdır yoksa yukarıdan aşağıya mı?..
Her milliyetçilikte devleti ve/veya kendi iç otoritesini kutsayan bir yön vardır ve bu haliyle kutsanana itaat de görülebilir. Ancak milliyetçiliği karakterize eden birçok eğilim, vurgu, söylem vs bir yönüyle adamakıllı entelektüel faaliyettir ve bu faaliyet devletler katında ya da tepelerdeki cam fanuslarda üretilmez; aşağıdan yukarıya ve oradan da tekrar aşağıya bir dizi karmaşık toplumsal gelgitler ve etkileşimler söz konusudur. Böyle olduğu için, ‘normal’ ülkelerde milliyetçi iktidarlar/partiler, oralarda milliyetçiliğin sivil tarihi köklü olduğu için, tabanlarından kuvvetle etkilenirler. Tabanlarına sirayet etmiş eğilimlerin/vurguların/hedeflerin dışında pek hareket edemezler, ettiklerinde de büyük çalkantılar yaşarlar.
Tekrar dönelim Türkiye’ye ve daha özelde MHP’ye: Eğer Devlet Bahçeli, şu “savaş sebebi” muhabbetini yapmamış olsaydı, MHP tabanında dizginlenemeyen bir baskılanma ona zor anlar mı yaşatırdı? Yanıt, herkesin bildiği gibidir: Hayır… Benzer testi birçok milliyetçi çıkış için yapabiliriz. Örneğin Ermenistan’la ilişkileri bozan ‘şey’, Türkiye’nin milliyetçi tabanı mıdır yoksa tavanı mı?.. (Yeri gelmişken: Ermenistan’la normalleşme girişimini başlatanlardan biri eski MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş idi ve onun söz konusu yarı-gizli girişimleri duyulduğunda MHP tabanında kıyamet filan da kopmamıştı.)
Özet: Türk milliyetçiliği sivil değildir, adamakıllı resmidir; sokaktan beslenmekten ziyade, yukarıdan şekillendirilen felsefesiz ve omurgasız bir politik maniveladır… Bu o kadar öyledir ki, örneğin milliyetçi Tayyip Erdoğan ‘çözüm süreci’ni başlattığında da tabanı tarafından alkışlanmıştır, bitirdiği zaman da. (‘Normal’ bir ülkede böylesi bir süreci başlatan ve bitiren aynı lider ve/veya aynı parti olmaz, olamaz…)
Türkiye’de milliyetçi bir ‘sokak’ güruhu ve hatta ‘sokak faşizmi’ yok demiyorum; Batı ile karşılaştırıldığında Türk milliyetçiliğinin sokak ve sivil ayağının çok cılız oluşundan ve ‘var olan’dan ziyade ‘var edilen’ karakterinin baskın olduğundan söz etmeye çalışıyorum.
Türkiye’nin bu en doğulu yönü, hepten de kötü bir şey değil; ‘boş milliyetçilik’, ‘dolu’ olanından daha az tehlikelidir… Örneğin Batılı milliyetçi politikacılar politikalarında manevra yapabilmek için terler dökerken, Türk milliyetçi politikacılarının kendi tabanlarından böyle bir korkuları yok ve bu da bazen politikada hızlı değişim imkanlarına işaret eder. Elbette Türkiye’de de bazen ‘Frankeştayn yaratma’ olaylarına rastlanıyor; politikacılar, bazen kendi elleriyle büyüttükleri anomalilerle baş etmek zorunda kalabiliyorlar. Ama Türkiye’de bunlar köklü felsefi başlıklardan çok ‘idam’ tartışmaları gibi konjonktürel alanlarla sınırlı ve milliyetçi tabanın tarihten gelen güdülme kolaylığı, bu tür problemleri aşmayı kolaylaştırıyor.
Türk milliyetçi liderlerin yaptıkları, bir tür boş kağıda yazı yazmak gibi. Bu bahisten devam edecek olursak, Devlet Bahçeli Kürtlerin bağımsızlık referandumunu “savaş sebebi” saymak yerine (farz-ı mahal politik çıkar gereği) olumlasaydı da tabanında yer yerinden oynamazdı; boş kağıt, yazılan o yazıda da bir hikmet bulurdu, bulmak zorunda olan boş yapısı gereği…