Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Doğruların Vicdanı

 

Murat Dağdelen / Felsefik olarak düşünce (İdee-idea)Antik çağ düşünürlerinden Demokritos ve Epikuros’a göre küçük ve özdeksel bir imgedir,nesnelerden fırlayıp duyulara çarpar ve onları yönlendirir.

Platon göre ise, nesneler gerçek değildirler; çünkü er geç yok olup giderler.Düşünce ise asıl gerçekliktir,çünkü ilksiz ve sonsuzdurlar.

Alman düşünürü Hegel göre düşünce tanrısal bir varlıktır.Önce kendisini, sonrada kendisinden başka bütün varlıkları yaratmıştır.Ínsan bilimsel (Antropolojik) araştırmaların verdiği sonuca göre ise, maymunlardan bir gurubun ön ayaklarını başka türlü kullanmaları sonunda meydana gelen ilk maymunumsular,elleşen ön ayakların eylemde bulunmasıyla ön insanımsılara dönüştüler.

Bu olay, otlu beslenmeden etli beslenmeye geçişi de sağladı.Tarih öncesi çağların yüz binlerce yılında sürüp giden bu gelişme,bir yandan beyni geliştirirken, öbür yandanda eylemsel gücü artırıyordu.Eylemin gelişmesi,insanımsıların birbirlerine  anlatmak istedikleri bir şeyleri olması durumuna getirdi.Dil ve düşünce,bu eylemsel toplumsallaşmanın sonucunda gerçekleşti.El/Dil/Düşünce’nin birbirini etkileyerek,karşılıklı oluşmaları konuşan düşünen ilk insanları  meydana getirdi.

Ínsanlığın Biyolojik ve Toplumsal evriminde, yani  insanın maymunumsu bir yaratıktan insana dönüşmesinde düşünce ve onun pratiksel eylemi olan dil temel rol oynamıştır.Ancak bu evrimsel dönüşüm neticesinde insanlar hayvanlardan farklı olarak, yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanması için üretim faaliyetlerine başlamışlardır.Üretim fazlasını ise ileride gerektiğinde kullanmak üzere güvenli saydıkları yerlerde saklamışlardır.

Bireyde düşünebilme yeteneği artıkça, yaşamın güvence altına alınması için gerekli fiziki koşulların oluşturulması çabaları artık tesadüfi çabalara bağlı olmaktan çıkıp, yerini bilinçli çabalara bırakmıştır.Üretim faaliyetleri kollektifleştirilmiş,ortak yaşam alanları bilinçli bir biçimde düzenlenmiş, yaşamın düzenlenmesi için yasalar oluşturulmuş ve birey toplumsal yapının biliçli bir katılımcısına dönüşmüştür.Bilinç düzeyinde bu sıçrama ve hayvandan kopuşla ilgili bu tarihsel an, insanlığın başladığı büyük yaşam serüveninin henüz küçük bir parçasıdır.

İnsanın hayvandan kopup insanlaşmaşı ve toplumsal bir varlığa dönüşmesi, o dönemde insanın üzerinde belirleyici olan doğa koşullarının o zalim yıkıcılığının giderek zayıflaması, insanın doğa karşısında giderek denge durumuna gelmesi ve üretim araçlarının gelişmesiyle insanların nüfusu hızla arttı. Herkes için yetmeyen toprak ve üretim, yeni yerleşim alanlarının(Şehir Devletlerin) kurulmasına neden oldu. Üretime açılan yeni topraklarının ekilmesiyle ortaya çıkan üretim fazlası insan yaşamında  rahatlamaya yol açtı.Bu rahatık sonucu insan ömrü uzadı.Toplumsal yaşamı düzenleyen ilkel klan yönetimleri, toplumsal gelişme karşısında gerilediler,devlet ortaya çıktı.Devlet giderek tam bir otoriteye dönüştü.Toplumsal yaşamı bütün yönleriyle organize etti,yasalar ve kuralları belirledi.

Zanaat,heykel,edebiyat,şiir,pozitif bilimler (o dönemin koşullarında olabilirlik ölçüsünde matematik,mimari vs.)gibi alanlarda önemli gelişmeler yaşandı.

Bütün bu gelişmeler giderek şehir devletlerini büyük uygarlıklara, büyük imparatorluklara  dönüştürdü.Üretim fazlasının ortaya çıkması ile birlikte tarihsel sahnede yerini almaya başlayan sınıflar, merkezi devletin kurulmasıyla belirgin bir biçimde ayrıştılar.Üretim araçlarının sahipleri devletinde sahibi oldu.Mülksüzler,mülk sahiplerinin anvanter defterine demirbaş olarak kaydedildiler.

Üretim araçlarından yoksun, fakat beyinsel üretimleriyle toplumsal yaşama katılan düşün adamları, insanlığın tarihsel gelişiminde önemli rol oynadılar. Bunlar arasında tarihteki rolü bir at sineğinin rolü kadar olan bir kesimi, kralın himayesinde tahtın gölgesine  kuruldular.Saray tarihçilerinin yazdıkları tahtın resmi tarihiydi.Şairler şiirlerinde kralın yüceliğini anlattılar.Şarkılar kral için bestelendi.Hikayeler ve efsaneler kral için yazıldı,anlatıldı.Dualar mabetlerde kral için edildi.

Tahtın gölgesi yerine, doğruların vicdanına sığınmayı tercih eden namuslu yürek işçileri(Düşün adamları.)Tarihin her evresinde şiddetli bir tepkiyle karşılaştılar.Hor görüldüler,taşlandılar kovuldular,sürgüne yollandılar,zindanlarda çürütüldüler,kaçmak zorunda bırakıldılar, öldürüldüler.Zerdüşt rahiplerinin Mani’si,Nemrud’un Íbrahim’i, Mısır’ın Musa’sı, Roma`nın İsa’sı, İnginizasyon’un Bruno’su,  Osmanlı’nın Pir Sultan’ı, Calvin’in Castellio’su, Stalin’in Troçki’si, Kemalizmin  Beşikçi’si, Öcalan’ın Şener’i, bunlara uzak ve yakın geçmiş bakımından bir kaç örnektir.

Íktidar sahipleri her zaman gerçeğin diliyle konuşan namuslu aydınlardan tedirgin olmuşlar,onları kendilerine bağımlı hale getirebilmek için her türlü yönteme başvurmuşlardır.Eğer bunu becerememişlerse,bu kendilerine ait düşüncelerinden başka bir şeyi olmayan silahsız,sermayesiz, kimi zaman yersiz yurtsuz,kimsesiz  düşünce adamlarına karşı muazzam olanaklarını seferber etmişler, onları ortadan kaldırıncaya kadar uykularında bile rahat yüzü görmemişlerdir.Korkunç orduları, silahları ve iktidar olanakları ile dört bir yana korku salan diktatörler,sadece gerçeğin diliyle konuşan, kendilerine ait düşünceleri ve  hayalleri  olan bu insanları etkisizleştirdikten sonradır ki iktidarlarını güvencede saymışlardır.

Aydın tanımlamasına aldığımız, her koşulda sadece saf aklın ve vicdanın emrettiğiyle hareket eden düşünce adamları, yaşadıkları dönemlerde toplumda bir başlarına kalsalar bile gerçeğin tavizsiz savunucusu olmuş bunu yaşamları için temel erdem saymışlardır.Her türlü yaşamsal kaygılarını bir yana bırakarak sadece ve sadece gerçeğin sesine kulak vermişlerdir.

Onlar ülke,ulus  ideoloji ve sınıf kaygısından hareketle gerçeğin bir kısmını yok sayarak görmezlikten gelmezler. Onları basit politikacılardan ayıran temel özelliklerden en önemlisi budur.Onların ülkeleri,ulusları, ideolojileri  ve sınıfları sadece gerçeğin kendisidir.Onların hesap verecekleri devletleri,partileri,iradesizleştirilmiş insan sürüleri ve güç ilişkilerine dayalı oluşmuş merciileri yoktur.Onlar hesaplarını sadece kendi vicdanlarına ve genel insanlığa vermekle yükümlüdürler

Böyleleri ne yazık ki hiç bir tarihsel dönemde, çağdaşları tarafından anlaşılmamış ve yalnızlığa terk edilmişlerdir. Düşünceleri ve öngörülerinin haklılığı çoğu zaman, onlar öldükten sonra anlaşılmıştır. Onlar, gerçeğin ve bilginin erişilmez sonsuz cazibesine ulaşmak için başlattıkları serüven ve daha fazlasına ulaşmanın ruhlarında yarattığı huzursuzluk ancak mezarda noktalanır. Böylelikle bilginin ve gerçeğin ruhlarını kavuran ateşi, ancak sonsuz suskunlukta söner.

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

4 × two =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla