Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Dr. Sait ile Åžair Adnan Yücel’in Öyküsü

Selim Çürükkaya / Artık Dr. Sait’in anılarının peÅŸine düşmüştüm. KarşılaÅŸtığım her arkadaşını konuÅŸturup sesini kayıt altına almaya baÅŸlamıştım. Bununla yetinmemiÅŸ, baÅŸka tanıdıklarının peÅŸine düşmüş, il il, ülke ülke dolaÅŸmış, anı toplamıştım. Çukuova Üniversitesinden bir kız arkadaşı, mesenger üzeri bana ulaÅŸmış en güzel anılarından birini aktarmıştı. Bir ÅŸair ile bir militanın karşılaÅŸmasıydı, O’ nun anlattıkları.

1989 yılıydı. Dr. Sait Adana Çukurova üniversitesi Tıp fakültesinde okuyordu. Edebiyat öğretmeninin adı Adnan Yücel’di. Yürekli bir ÅŸairdi Adnan, „yer yüzü aÅŸkın yüzü olana dek“ ÅŸiirini çok beÄŸenmiÅŸti. Åžiirin giriÅŸ mısralarını mırıldanırdı hep:
„Aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni

bir kavganın güzelliğinde sevdim. 

bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!“

Adnan şiirlerinde cezaevleri direnişlerini anlattığından Dr. Sait’in dikkatini çekmişti. Çünkü Dr. Sait’in Abisi ve yengesi Diyarbakır cezaevinde korkunç işkencelere maruz kalmış, Adnan Yücel‘in anlattığı direnişlerin mihenk taşında yer almışlardı. Böyle bir insanın, onun edebiyat öğretmeni olmasına çok sevinmişti. Ama hocasının bir eksiğini hem şiirlerinde hissetmiş, hemde yüz yüze yaptığı konuşmalarından. Bir ara „derste hocam ancak bu kadarını bize anlatabilir“ diye düşünmüş, konuyu başka yerde kendisine açmayı daha uygun bulmuştu.

Hocasının evine misafir gittiği ilk gün, biraz da çekinerek konuyu açmıştı: „Hocam“ demişti. „Siz gerçekten güzel yazıyorsunuz, ama kocaman bir gerçeğin farkında değilsiniz“ diye devam etmişti. „Nedir o?“ diyen hocasına,“siz Kürt halkını ve onun evlatlarının direnişlerini görmüyorsunuz, bilmiyorsunuz ve dile getiremiyorsunuz“ dediğinde rahatladı. Adnan hoca genç öğrencisi karşısında suskun kaldı, dikkatle ona baktı, karşısındaki genç çok kararlıydı, kendisine çok güveniyordu, belliydi ki bilmediklerini biliyordu.

Öğrencisini küçümsemeyen Adnan hoca, „neleri biliyorsan anlat bana, hocayız diye herÅŸeyi biliyoruz iddiasında deÄŸiliz,“dedi. Dr Sait, Abisinin ve yengesinin adlarını söyledi, „1980 lerden beri Diyarbakır cezaevinde yatıyorlar. Yengem o cezaevinden 1986 tarihinde tahliye oldu” dedi. O duvarlar arasında insanlara yapılan iÅŸkenceleri ve kendilerinin bu iÅŸkencelere karşı yaptıkları direniÅŸleri bir bir anlattı. “Hocam anlatılmaz ÅŸeylerdir benim bildiklerim, bir halkın anlatılamamış destanıdır. Benim abim Selim ÅŸu anda Ceyhan cezaevinde tutukludur. Kürt halkının zulüm karşısındaki direniÅŸini‚ “12 Eylül Karanlığında Diyarbakır Åžafağı” “Demirci Kawa Ve ÇaÄŸdaÅŸ Kawa Destanı” adını taşıyan iki kitapta yazdı, birde Abimin arkadaÅŸları Mehmet TanboÄŸa, Fevzi Yetkin ve Mehmet Şükrü Gülmüş’ün ortak kaleme aldıkları  “Dörtlerin gecesi” var. Ben bunları okdum hocam, dünyam tamamen deÄŸiÅŸti. Sizin bildikleriniz, benim daha önce bildiklerimdir. Bildiklerimiz gerçek deÄŸildir hocam, bir halk inkar edilmiÅŸ, bize yalan söylenmiÅŸ, baskının, zulümün, ölümün, sıkıyönetimin, olaÄŸanüstü halin, savaşın kıyımın olmasının nedeni bu büyük yalandan kaynaklanıyor. Var olanın yok sayılmasıdan! Milyonların aldatılmasından, yalanın gerçeÄŸin yerine konulmasından…..

Ben okudum hocam ve de öğrendim, isterseniz bu kitapları size de temin edeyim, Sol örgütler de bize gerçeği anlatmıyor. Onların da beyinleri Kemalizmin tornasından geçmiş,“dedi.

Adnan hoca ile anlaştılar. Dr. Sait kitapları getirecek, Adnan hoca da okuyacaktı. Hocasını yaşadığı dünyadan başka bir dünyaya çekmek için sabırsızlanıyordu, iki gün sonra üç kitabı bir poşet içinde heyecanla hocasına teslim ettiğinde rahat bir soluk aldı. Hiç bir şey demeden hocasından uzaklaştı. Aradan 15 gün kadar geçti, Üniversitenin bir kampüsünde karşlaştılar. Dr. Sait, hocasına meraklı gözlerle baktı, Adnan hoca öğencisinin bakışlarıyla neleri sormak istediğini biliyordu. Ama hiç bir şey demeden uzuklaşıp gitti, eve dönünce karalamaya çalıştığı destanın bir bölümünü başka bir kağıda geçirdi, katlayıp cebine koydu. Bir gün sonra koridorda Dr. Sait’in avucuna sıkıştırdı. Elindeki notla hızla hocasından uzaklaştı.
Bir ağacın gölgeside avucundaki kağıdı açtı, okumaya başladı:

„Bir ağıttır belki AÄŸrı’da Zilan deresi
Dersim’de Laç deresi bir kanlı ÅŸiir
Oysa bir destandı Diyarbakir kalesi
Ve Diyarbakır zindanında
AteÅŸle seviÅŸen ‘dörtlerin gecesi‘
Ne ki zindan – ne ki tutsak olmak
Ne ki kavga – ne ki daÄŸlarda vurulmak
Bir sehpada idam olmak ne ki
İhanet utancıyla yaşamak var ya hani
Onursuzluğun lağım çukurunda yok olmak
Üniformalı bir Dehak önünde durmak
Ve beyninin içindekileri bir bir kusmak
Sonra bir et yığınına dönüşüp kalmak
İşte buydu Diyarbakır zindanında yaşamak“

Evet, hocası nihayet yaraya neşter vurmuş, karanlık aydınlanmış, anlaşılamayanlar anlaşılmıştı. Ve illegal olduğu günlerde hocasının yazdığı şiir kitabı eline geçmişti. Adı „Ateşin ve Güneşin Çocukları“ydı. Ve bu, çağdaş Kürdün modern destanıydı tarih boyunca söylenecek olan, bu destanın yazılmasına vesile olduğu için içi kabardı, hocasının mısralarını bir gece karanlığında Nemrut Kırater gölünün bir tepesinden sesli olarak Süphan dağına haykırdı:

„ Anlatılmaz bir destandır yaşanan
Ne söze gelir ne saza
Kirbaçlar sopalara ve zincirlere karışır
Ölüler ayaklara dolanır geceleri
Kanlı battaniyelere sarılır
Her direnişte tabutlarla çıkılır dışarı
Gözyaşları zılgıt seslerine katılır
Elleri hep koynunda kalır kızların
Anaların gözleri dikenli tellere takılır
Bir acılı sessizlik sarar yürekleri
Dicle’nin suları susuzluÄŸa çakılır
Kale burçlarındaki akbabalara
Ve uniformalar giyinmiÅŸ yeni Dehak’lara
Yalnızca zindanın mazgallarından bakılır“ 

Bu ÅŸiir henüz oluÅŸmadan, ben 1988 yılında Urfa cezaevinden Ceyhan cezaevine sürgün olarak gitmiÅŸtim. KardeÅŸim Hasan ile Sait’i, bu cezaevinde iken yakından tanımıştım. Ben evi terk ettiÄŸimde ikisi de küçüktü. 1978 den 1980 Yılına kadar Polis ve askerler tarafından arandığımdan, onları görememiÅŸtim. Yedi yıl Diyarbakır zindanında kaldığımda koÅŸullar çok kötüydü. Onları gördüğümü hiç hatırlamıyorum. Ceyhan cezaevindeki ilk görüşmemde Hasan Adana Ticari İlimler Akademisini bitirdiÄŸini, Sait’in ise Çukurova Tıp Fakültesinde okuduÄŸunu söyledi. Her ikisi de Diyarbakır cezaevinde bize yapılan iÅŸkenceleri merak ediyorlardı. Daha önce eÅŸim Aysel’den duymuÅŸlardı, bir de benden dinlemek istiyorlardı. Onlara Avukatımın adını verdim. “Urfa cezaevinde daktiloya çektiÄŸim, 12 Eylül Karanlığında Diyarbakır Åžafağı‘ adlı belgesel romanımı iki gün önce avukatımla dışarıya yolladım, gidin kitabı avukattan alın, imkanınız varsa Avrupa’ ya yollayın orada yayınlansın,“ dedim. O kitabı okuduklarında neler hissetiler, ne acılar çektiler bilemem, ama Sait, sık sık cezaevinde bizi ziyaret etmeye baÅŸladı. Kendisi ve Hasan, Çukurova‘ da öğrenci gençlik arasında örgütsel çalışmalar yapıyorlardı.

Biz Ceyhan cezaevinden Firar etme planı hazırlamıştık, dışardan yardım gerekiyordu. Sait güvenilir bir arkadaÅŸtı. Önce kendisinden üç adet kimlik istedik. Cezaevinde fotoÄŸraf makinası vardı, yüzümüzü makyajla, saçımızı boya ile deÄŸiÅŸtirecek, yeni yüzümüzle fotoÄŸraflarımızı çekecek, Sait’ in temin edeceÄŸi nufüs kimliÄŸine yapıştıracak, o kimlikle firar edecektik. Bir hafta sonra Sait geldi, gerçekten üç kimlik getirmiÅŸti.“Nerde buldun?“ dediÄŸimde; “Çok kolay, kütüphaneye gittim, orada insanlar kimliklerini görevlinin denetimindeki bir rafa bırakıp, kitap alıyorlardı. Kitabı geri verdiklerinde, kimliklerini alabiliyorlardı. Ben görevliyi yanıltıp kimlikleri, o fark etmeden aldım“ dedi.

Bizim kaçma girişimimiz başarısızlıkla sonuçlanınca, Sait görüşmeye geldi. Her zamanki gibi gülüyordu.Görüşme yerinde ben daha kaçma girişimizin neden başarısız olduğunu anlatmadan, bana Hasan’ın kaldığı eve polisin baskın düzenlediğini söyledi. ‚Bir açık mı verdi?“ Diye sorduğumda:“Birisi yakalandı, çözüldü, Hasan teyzemin oğlu Orhan’ın evinde bir odada kalıyordu. Polis, şafağa doğru eve baskın düzenledi, evde arama yaptılar, ama Hasan’ın kaldığı oda kapalıydı, kapının anahtarı Hasan‘ da idi ve o gece odasında değildi. Polis kapıyı bir hayli zorlamış, açamayınca otomatik silahlarla kapıyı taramış, ardından kırarak içeri girmiş ama Hasan’ı bulamamış.“

İlk olarak Sait’in yüzünde derin bir endiÅŸenin izlerini görmüştüm.„Hasan nerede?“ dediÄŸimde, „Gurbet’le Adana’yı terk ettiler” dedi.. Ama bu sözü öyle bir söyledi ki, yakında bende gideceÄŸim der gibiydi.

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

thirteen − 2 =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla