Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Kürtlerin Uyanan Ruhu


Hüseyin Kaytan / Sabah durmadan geliyor ve bir zamanlar “artık bir sabah olmuyor ve ben artık bir sabah olmayana inanmıyorum” diye neden söylediÄŸimi hatırlamıyorum. Belki denizi özlemeye baÅŸlayan Kürdlerden olduÄŸum bu dünyada, denize yaklaÅŸtığımız içindir. Fransızlar “yarının ÅŸafağı” duygusuyla kıyamet gibi bir devrim yapmışlardı; düşleri “eÅŸitlik, özgürlük, kardeÅŸlik” diledikleri gibi gerçekleÅŸmedi ama, Fransız halkı o duygusunun getirdiÄŸi akımlarla gerçeküstü bir taht kurdu ve hala orada ikamet ediyor. Hiçbir devrim aslında kurgulanamaz, onu hayal ettiklerini, kurguladıklarını düşünen kahramanların yanılgıları kadar trajik olan ender ÅŸey vardır. Yine de çabaları, hayalleri, “yarının ÅŸafağı” dedikleri gelecekteki memleketten bir parça koparır.

Dr. Süleyman,  tanıdığım ilk andan beri yalnızca kendi bildiÄŸi bir hayalin peÅŸinden koÅŸan bu adam, geçen hafta saldırı ve zaferini haber verdiÄŸim çöl kıyılarında özgürleÅŸtirilmiÅŸ toprakları İslam Devleti’nin korkunç kirlerinden temizlerken ağır yaralandı. Denizi özleyen Kürdler içinde denize tuz kokusunu duyacak kadar yaklaÅŸan Sait, ÅŸimdi anasteziyle uyutuluyor. Gözlerinden birini ÅŸimdiden kaybetti, diÄŸerini kaybetme riski var, ama bir sabah Kürdler bağımsızlık serüveninin zafer ÅŸarkılarını söylemeye baÅŸladıklarında, Doktor’un görmenin bir yolunu bulacağından eminim. İlk gün iyi çalışan kalbi, ikinci gün ortalarında artık gelmeyen sabaha isyan etti. Doktorlar kalp krizi geçirdiÄŸini söylediler.  Doktor Süleyman bugüne kadarki hayatı boyunca hayatın saflarında ölümle dansetti, bu dansı ölümle dalga geçmenin bir ritüeli haline de getirerek. Bekliyoruz uyanmasını, sabahları görmesi artık zor olsa da, bağımsızlık ve deniz dokunulabilir birÅŸey. Aylar önce Agit’e bıraktığı ve ÅŸu Musul çevresine dolanan hayallerimizin yoÄŸunluÄŸunda içmeye fırsat bulamadığımız bir ÅŸiÅŸe rakı bekliyor orda, kendine gelsin, canına okuruz ÅŸiÅŸenin.

Kuzeyden, düşmanını saydamlaÅŸtırırcasına gören, ama dostuna kör bir cesareti getirdi Sait; düşmana vurup alıcı pençelerle yaklaÅŸmayı öğretmekte hala. O yalnız deÄŸil elbette, Güneybatı Kürdistanlı gençler, ölüm düşünceli ve ölüm bedenli İslam Devleti elemanlarını  “birlikte” biçmenin tarzını getirdiler, onların olduÄŸu yerde bir alıcı ÅŸahinler grubu oluÅŸmaktadır; DoÄŸu Kürdistan’lı Kürd savaşçılar, savaşın orta yerinde inceliÄŸin, zerafetin hala mümkün oluÅŸunu getirdiler; ve hepsi Güney Kürdistan’da kadim bir kök gibi mukim olan Kürdlük onurunun en amansız durumlarda nasıl korunduÄŸunu görüp öğrendiler.

DiÄŸer Kürdistan parçalarından savaÅŸmaya gelenler, bir ideolojinin ya da organizasyonun hapsine çekilmiyorlar. Güney’deki savaÅŸ alanı, bu anlamda, bütün siyasal düşüncelerin hatırlanmayacak bir uzaklıkta kaldığı bir ulusal buluÅŸma meydanı. Yaklaşık ideolojik olan tek önerme ÅŸu: “Kürdsen onurlu olmak zorundasın, hem onurunu sürdürmek, hem de onu onurdaÅŸlarınla paylaÅŸmak için iÅŸte sana savaÅŸ meydanı.”

İslam Devleti insan türünün ruhunda birikmiş bütün kötülüğü açık etti ve, Kürdlerin ruhlarında belki de yüzyıllardır uyumakta olan dünya savaşçılığını ortaya çıkardı. Böylece Kürdler genişleyen bakış açılarından köklü bir ulus olma hallerini çok daha iyi görmeye başladılar. Ne oldukları unutturulmaya çalışılan bu halkın, belki de kendi eşsizliğinin farkına varmak için böyle cihani bir yüceliğe tırmanması gerekiyordu.

Güneybatı ve Güney Kürdistan’da hayat, kötülükle savaÅŸ çizigisine neredeyse kendiliÄŸinden, yani herhangi bir öncülüğün sevkiyle deÄŸil, ama doÄŸrudan Kürdlerin yeniden uluslaÅŸma süreçlerinde  kendi inisiyatifleriyle geliÅŸti. Aynı zamanda birlik duygu ve çabasının da zorunlu olarak eÅŸlik ettiÄŸi bu diriliÅŸ, örgütlerin, partilerin vs. kendilerini mahkum ettikleri sömürgeci devlet baÄŸlantılarından bağımsız olarak ve onun hilafına, toplumsal zihnin yeraltında gerçekleÅŸiyor. Kobani’de bütün beklentilere raÄŸmen tarihin gördüğü en amansız direniÅŸi gösterip zafer kazanan ve hala ilerleyen, bu ulusal akımdı. Musul’daki iyi techiz edilmiÅŸ Arap ordusunu saatler içinde dağıtan İslam Devletinin yaklaşık aynı büyüklükte bir kolu, içerden destek alarak saldırdığı Kerkük’te Kürdlerin bu diriliÅŸiyle karşılaÅŸtı ve birkaç günde yok edildi. Batı Dicle cephesinde orta büyüklükte bir ülke kadar bir toprak parçasını PeÅŸmergenin bedelini içtenlikle ödeyerek yeniden ele geçirdiÄŸine adım adım tanık oldum.

Ve elbette, sadece Kürdler deÄŸil, dünya da deÄŸiÅŸiyor, ve yazık ki, ve eÅŸyanın doÄŸasına uygun olarak, ters yönde. Hakikati elden çıkarmış bir dünyadır bu, gerçeksizdir. “Her zaman görünmediÄŸi gibi olmak” olarak basitçe özetlenebilecek bu insanlık durumuna yol açan ÅŸey, özellikle Kürdistan’ı egemenlikleri altında tutan devletlerde temel bir karakter olmak üzere, toplumların seçilmiÅŸ hükümetlerin deÄŸil, ama istihbarat örgütlerinin marifetleriyle yönetilmesidir. Ortaya çıkan insan tipi ise, Kafka’nın Josef K’sına çok benziyor. Yönetilmektedir, ama ne kendisini yönetenin kim olduÄŸunu, ne de hangi yöntemlere ve hangi kurallara göre yönetildiÄŸini bilmemektedir. Hakkında kararlar alınmakta, cezalandırılmakta veya ödüllendirilmektedir, ama bunları kimin ve hangi ölçülerle yaptığından haberdar olması mümkün deÄŸildir.

Quentin Meillassoux diye bir adam, ÅŸimdiden kadim bir denize varmış olan bir arkadaşımın bana yeni gönderdiÄŸi “After Finitude = Mahdudiyetten Sonra” kitabında(*), Francis Wolff’tan bir alıntı yapmış ve demiÅŸ: “Bilinç ve dilin içinde, saydam bir kafeste gibiyiz. HerÅŸey dışardadır, ancak [bu] dışarıya çıkmamız imkansızdır.” Muhtemelen fotograf sanatı üzerine söylenen bu sözler, bir anlamda bizimle dünya arasındaki iliÅŸkiyi anlatma iddiasında. Bilinç ve dil, türümüzü diÄŸer canlı türlerinden beirgin olarak ayıran yeteneklerimiz. Ve bilgimiz dahilindeki canlı türleri arasında bizim muktedir olmamızı saÄŸladıkları kadar, aynı zamanda bize hapis görevi de görüyorlar. Bilinç ve baÄŸlantılı olarak dil, bencillik ve fetihçilik (siz bunu talan, açgözlülük, yoketme sapkınlığı, kibir, korku, vb. her türlü olumsuz özelliklerimize geniÅŸletin) ile birlikte içe kapanır ve zamanla, gerçekte dünyayı anlamasını saÄŸlamak üzere özelliÄŸi olduÄŸu öznesini  körleÅŸtirir. İnançlar ve ideolojiler, bu türden körlüğün yırtılması zor perdeleridir ve yozlaÅŸtıklarında, insan ömürlerini amaçsız bir döngüye tercüme ederler.

Meillassoux’nun sözünü ettiÄŸi saydam kafesin, insanın doÄŸasından gelen ve varlık-yoklukla iliÅŸkisini tanımlayan bir deÄŸiÅŸmez olduÄŸuna inanmıyorum. Varlığın da, yokluÄŸun da kendine açıklığı olmalıydı insan, bilinç ve dil bu açıklığın ifadeleri olmalıydı. Bilinci ve dili görmenin deÄŸil görmemenin, anlamanın deÄŸil anlamamanın araçları haline getiren bizleriz. Önce birilerinin çıkarına uygun olduÄŸu için böyle olmamız bize empoze edilir ve sonra biz buna alışırız ve giderek, bu körlük ve anlamamakta ısrar çıkarlarımıza uygun görünmeye baÅŸlar veya gerçekten çıkarlarımıza uygun hale gelir. Düşünme ve ileriyi görme erdemlerinin bütün haklarını baÅŸka bir bireye veya sisteme devredenler -isterse bu devrettikleri bir Tanrı veya bir peygamber veya yaÅŸayan bir deha olsun-, ne kadar özgürlük aşığı olurlarsa olsunlar, artık kafeslerini kendileriyle birlikte taşırlar.

İşte bu son birkaç yıllık savaş meydanı, Kürdlerin birçok bireyinin bu kafesi kırmaya başladıkları bir meydan. Güncel siyasetin çok dışında, aslında onu pek de takmayan bir akım bu. Silinmiş tarihleri boyunca sürekli denize doğru bir yolu izlemiş olan Kürdlerin bu tarihi yeniden ortaya çıkarmaya yetenekli tarihçileri olmadı; ama denize varan yeni bir tarihi gerçekleştirecek savaşçılara bugün sahipler. Güney Kürdistan, yani hala kök olanın yaşayacak toprak bulduğu bu çöl kıyısı mekanı, bağımsızlığın, denize varma duygusunun her yerden gelen Kürd bireylerinin buluşmasında hayat bulduğu bir cihan oldu.

Elbette Kürdlere ilişkin hiçbirşey kolay değil. Hakikat şudur ki, amansız savaşmak tek başına özgürleştirici bir meziyet değil, eğer öyle olsaydı, her biri birer savaş ve ölüm makinası olan İslam Devleti alternatifsiz zirveye yerleşirdi; çünkü onlar kadar amansız savaşanını ben görmedim ve tarih de ender olarak görmüştür örneklerini. Savaşın amacı, onun karakterini de belirleyen şey. Savaş vardır, savaşanları katillere çevirir; savaş vardır, savaşçıları bugün yenildiklerinde bile gelecekte zafer kazanmış olurlar. Ve biz Kürdlerin en büyük zorluklarımızdan biri, bir yandan dünyanın tanıdığı en zorlu kötülük kaynağıyla cephede savaşırken, öte yanda bilincimizde de aynı savaşı vermek zorunda olmamızdır. Bu, ulus bilincidir; çabalarımızın bu güzel topraklarda bize ve bizden sonra yaşayacak olanlara biraz daha özgürce nefes alabilecekleri bir geleceğe hizmet etmesi için, ve artık başka ulusların boyunduruğundan kurtulmak için, ulus bilinci gereklidir. Ve asla unutmamak gerekir ki, insanı köleleştirme ve böylece yönetme anlayışının doğduğu topraklarda yaşıyoruz. Bizi egemenlikleri altında tutan devletler, topraklarımıza girmekle kalmadılar, kalmazlar, zihinlerimize girmek için akla hayale gelmeyeceğini sandığımız bütün yöntemleri kullanırlar. Ve gerçekten de asıl mesele, zihinlerin işgalidir.

Zihnin iÅŸgali, sömürgeciliÄŸin Kürdistan’da bu kadar uzun süre kalıcı olmasının temel dayanaklarından biridir. Zihnin bağımsızığını korumaksızın savaÅŸma eylemi, çocuk oyuncağı bir kolaylıkla savaÅŸtığınız orduyu eÄŸiten unsurlar olmamıza yol açar, açmaktadır. Ve Kürdlerin zihinsel bağımsızlığının korunması ile savaÅŸlarının ulusal amaçlara yönelmiÅŸ olması, birbirleriyle doÄŸrudan baÄŸlantılıdır.

Birleşik Devletler başta olmak üzere, en gelişkin çağdaş düşüncelerin ve görünüşte çelişkili, oysa aslında öyle olmayan bir biçimde küresellik düşüncesinin de merkezi olan halkların Ulusal Strateji ile olmazla olmaz bir bağlantı halinde yürüdükleri bu dünyada; Kürdlerin ulus olarak davranma ve ulusal amaçlara göre yaşamaları hayati bir değerdedir. Önemli olan bu zeminin sağlanmasıdır, herşeyden önce tek tek bireylerin ruhlarında.

Biz Kürdlerin savaÅŸma sorunu yoktur, ama kendi hakikatinin, zihninin bağımsızlığını koruma sorunu vardır.  

(*) Quentin Meillassoux, After Finitude, An Essay on the Necessity of Contingency, Tr.  by Ray Brassier, 2008, içinde alıntılanmış: Francis Wolff,  Dire le monde,  Paris: PUF, (1997), 

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

4 × three =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla