Temmuz 28, 2009
Abbas’ı, Fuat’ı ilk kez orada görüyordum. Onlara”
Abbas ve Fuat diyorlardı”. Acaba diyorum!!! Bu iki pejmurde kılıklı, Abbas
ile Fuat? Olamaz!!! Olsa olsa, onların ismini alan kadrolar olabilir.
GerçeÄŸi farkettim. Evet Fuat- Ali Haydar Kaytan ve Abbas- Duran Kalkan’dır.
Öcalan, Suriye lirasına çevirmek zorunda kaldığım 500 DM için nasıl “vah vah” dediyse, bende Abbas ve Fuat’ı tanıyınca, içimden”vah vah Koskoca PKK’yi, bunlar mı yönetiyor? Biz
b… yedik…”dedim..
PKK- Suriye iliÅŸkilerinin ne denli derin olduÄŸununu, Åžam’a gidene kadar bilmiyordum. Taktik bir iliÅŸki olarak düşünüyordum.
Daha çok Filistin ve Lübnan örgütleriyle ilişki içerisinde, oralarda üstlendikleri söyleniyordu.
Kasım 1986’da Åžam havaalanına indiÄŸimde, Beni A. Öcalan’ın şöförü Sabri karşıladı. A. Öcalan’ın evine varmadan yol üzeri bir yerde (sonradan öğrendim) Numan Uçar’ıda alarak devam ettik.
Numan Uçar yolda bana, BaÅŸkan’ın yanında sigara içmememi söyledi.
Doğrusu söylemeseydi de içmezdim. Bu fazla önemli değildi.
Ancak devamla konuÅŸmasında; E”eÄŸer Suriye Polisi yakalarsa her ÅŸeyi doÄŸru söyle”dediÄŸinde ÅŸaşırmıştım. Hemen sorarak, “benim pasaportum var, orada kimlik bilgilerim mevcut” dedim.
O’da ;”Hayır onlar sahte olduÄŸunu biliyor, sen gerçek kimliÄŸini ve Türkiye’de neler yaptığını açık açık söyleyeceksin” dediÄŸinde ilk ÅŸokumu yaÅŸamıştım. Cevap vermedim.
Ama şaşkındım. Buda ne demek?Eve vardığımızda akşam üzeriydi. A. Öcalan, evin giriş bölümünde bizi gülerek karşıladı.
Kısa bir süre sonra ayrı bir odaya geçtik. Yanımda iki valiz ve kendime ait bir çantam vardı.
Valizlerde bulunan eşyalar; aylık olarak tutulan örgüt arşivi, istenen kitaplar,
Öcalan’ın özel sipariÅŸleri ve çeÅŸitli ilaçlar (bu illaçlar her zaman gönderiliyordu, kaşıntı burun akıntısı vb. İmralı’da belirtilen hastalıkların hepsi o zamanda mevcuttu) Valizleri açarak kontrol etti.
Sonra çantama bakarak “orada ne var?” diye sordu.
Özel eÅŸyalarımın olduÄŸunu söyledim. Bir ÅŸey demedi. Aradan kısa bir an geçmiÅŸti tekrar sordu. “Bu çantada ne var” Bu kez gülerek cevap verdim, bana ait özel eÅŸyalarım.
Konu kapanmış gibiydi.
Almanya’da görevli arkadaÅŸ bana 20 bin DM vermiÅŸti.
Parayı kime vereceğim konusunda bilgim yoktu. Havaalanında indiğimde görevliler bana 500 DM ya da 300 Doları Suriye Lirasına çevirmemin zorunlu olduğunu söylediler.
Mecburen 500 DM’yi Suriye lirasına çevirmiÅŸtim.
Bana, “emaneti verirmisin’ dediÄŸinde, O’na bakarak “ne emaneti” dedim. Öcalan “para” dedi.
Parayı hemen çıkardım, 19.500 DM ve 500 DM karşılığı Suriye lirası. Paraları saydı. 500 DM eksik! Suriye lirasını görmek istemiyor. “500 DM’ye ne oldu?” Ona “bozdurmak zorunda kaldım, havaalanı görevlileri böyle istedi. Karşılığı Suriye lirası olarak iÅŸte burada.”
Suriye liralarını saymadan aldı. ” Vah vah, keÅŸke bozdurmasaydın” dediysede artık cevap vermedim.Öcalan’ın benden para istemesi çok tuhafıma gitti. Bu normal birÅŸey deÄŸildi.
Ben bir başkasının isteyeceğini düşünmüştüm. Bir Parti liderinin parayla uğraşması basitliktir.
Hele parayı zevkle sayması, açgözlülük ve düşkünlükten başka ne olabilir?
Yakından tanıdığım bazı örgütler aklıma geldi, hiç birinin, Lider ve Lider durumda olanların parayla uğraştıklarını görmedim.
Parayıda aldıktan sonra konuşmasına başladı. Konuşmaları Karakoçan üzerinde
yoğunlaşıyor.
Pek dikkatimi çekmedi, neden Karakoçan? Karakoçan’lıları ilk kez Istanbul’da
tanımıştım. Avrupa’ya geldiÄŸim zaman, gittiÄŸim her ülkede Karakoçan’lı vardı. Karakoçan hakkında çok ÅŸeyler biliyorum. KonuÅŸmalarına katılıyorum.
Aklıma gelen tek ÅŸey, Avrupa’da yoÄŸun bir ÅŸekilde Karakoçan’lı var, belki ondan dolayı bahsediyor. Sonra bazı aileleri sordu.O’na;”Tanımıyorum” dedim. “Nasıl olur tanımazsın, sen Karakoçan’lı deÄŸilmisin?”deyince, “Hayır, ben Kars’lıyım.” dediÄŸimde Öcalan antenlerini Kars’a çevirdi.
Kars ve Kars’lı kadrolar hakkında bütün bildiklerini sıraladı. Demekki Almanya’dan Öcalan’a yanlış bilgi verilmiÅŸ, Karakoçan’lı olduÄŸum söylenmiÅŸti.
KonuÅŸmalarına devam ederken, ben bütün dikkatimi, O’na veriyorum. O’ ise; bir yandan orada da bulunan radyoyu dinliyor, kapı açık salonda bulunan televizyon açık, bir kulağıda orada, önünde ülkeden gelmiÅŸ raporları bana göstererek okuyor ve benle de sohbet ediyor.
Yani dört işi bir arada yapıyor. Ne kadar yoğun ve çok yönlü bir insan olduğunu bana gösteriyor. Yutmadım, bir kez ülke raporlarını çarşaf gibi açması -ki daha beni yeterince tanımıyor- gizlilik ilkelerine tersdi ve ben yeni bir kadroydum.
Yemek vakti gelmiÅŸti, salona geçtik. Tanıdık birini görüyorum. Bu Ali Çetiner, ama çok periÅŸan, buna da ne olmuÅŸ? Diye düşünüyorum. 1983’ten beri tanıyorum, bekliyorum gelip bana sarılacak.
Bakıyorum, O’da bakıyor bir yabancı gibi. SoÄŸuk bir merhabalaÅŸma
ve çekilme. Hadi öyle olsun, başka ne yapabilirim?
Öcalan’la salona döndüğümüzde, Fuat, Abbas, Numan ve Ali Çetiner hızlı bir ÅŸekilde ayaÄŸa kalkarak ellerini birleÅŸtirerek, kafalarınıda öne doÄŸru eÄŸerek hazır ol vaziyetine geçmiÅŸlerdi.
Bu da ne? Düşünüyorum, anlam veremiyorum. Öcalan hiç önemsemedi. Başka odaya geçti.
Herkes tekrar oturdu, bende oturdum. Ama hiç kimse konuşmuyor, bir sessizlik var.
Öcalan döndüğünde tekrar aynı manzara. Öcalan, hazırlanmış yemek masasını göstererek oraya geçmemizi istedi ve hemen masadaki yerini aldı. Diğerleride yavaş yavaş yerlerini aldılar.
Öcalan masada ha bire tabakları önüne çekiyordu, yemek yeme şekli insanın midesini bulandırıyordu.
Bir yandan da konuÅŸuyor.
Daha çok bana bakarak Avrupa faaliyetlerinden bahsediyor ve sorular soruyordu. Bende sorulan sorulara cevap vermeye çalışıyordum.
Ama O, sorusunun cevabını almadan başka şeyler konuşuyor ve sorduğu soruların cevabınıda kendisi veriyordu. Kafam karmakarışık olmuş.
Ne Yapmalıyım? Soru soruyor, bana bakıyor bu; cevap ver demektir. Ben cevap verdiğimde, konuşmamı istemiyor, kendisi cevaplıyor.
Tekrar sorular, “bilmiyorum” cevap vermek gerekiyormu? Yoksa vermemek? Buralarda adet nasıldır? Zor durumdayım, çok yabancı olduÄŸum ve hiç düşünemeyeceÄŸim türden insan iliÅŸkileri.
Tamda Abbas’la gözgöze gelmiÅŸtik, ki; kaÅŸlarını kaldırarak cevap vermememi iÅŸaret etti.
Buralarda adet böyle, biraz anlamıştım. Masadan da en ilk Öcalan kalktı, baÅŸka odaya geçti. Bu kez Abbas konuÅŸmaya baÅŸladı. Konu yine Avrupa faaliyetleri. O’da bana bakıyor ve sorular soruyor.
Cevap vereceğim anlarda da sesini yükselterek konuşmasına devam
ediyor. Bu kez dayanamadım; “Bana soru soruyorsunuz ama fırsat vermiyorsunuz size cevap vereyim. O halde neden bana soru soruyorsunuz?” DediÄŸimde masada bulunanların hepsi pür dikkat bana bakmaya baÅŸladılar.
Kısa bir sessizlikten sonra Abbas;
-“Biz III. kongre’de herÅŸeyi konuÅŸtuk Avrupa faliyetleri Parti çizgisinden çok uzak, müdahale edeceÄŸiz.”
Cevap vermedim O konuşmasına devam etti ve sorularına da artık cevap vermiyordum.
Abbas’ı, Fuat’ı ilk kez orada görüyordum.
“Abbas ve Fuat diyorlar. “Acaba diyorum!!! Bu iki pejmurde kılıklımı? Abbas
ile Fuat? Olamaz!!! Olsa olsa, onların ismini alan kadrolar olabilir.
GerçeÄŸi farkettim. Evet Fuat, Ali Haydar Kaytan ve Abbas, Duran Kalkan’dır.
Öcalan, Suriye lirasına çevirmek zorunda kaldığım 500 DM için nasıl “vah vah” dediyse, bende Abbas ve Fuat’ı tanıyınca, içimde “vah vah…. Koskoca PKK’yi bunlar mı yönetiyor? Biz b… yedik…” dedim..
Burada biraz geriye gitmek zorundayım. Gelmeden önce bulunduÄŸum bölgede, görevimi devrettikten sonra iki ay Köln’de bekledim. Somut bir görevim yoktu.
Bütün Avrupa merkez üyeleri III. Kongre’ye gitmiÅŸti. Geçici olarak görev alan arkadaÅŸ, beni bazen deÄŸiÅŸik bölgelere gönderiyor ve oradaki arkadaÅŸlara yardımcı olmamı istiyordu.
Köln’ne yakın bir bölgede sorun çıkaran birinin olduÄŸunu ve gidip bölgedeki arkadaÅŸla birlikte O’nunla konuÅŸmami istedi. Hemen gittim ve arkadaÅŸla buluÅŸtum.
Sorun çıkaranın eski bir kadro ve Batman’lı olduÄŸunu söyledi. Batman’lının evine giderken yolda karşılaÅŸtık.
Önce ayak üstü konuştuk. O zaman orta yaşlı göbekli biriydi. Sürekli gözlerime bakıyordu.
Yürüyerek konuÅŸmamıza devam ediyoruz, bir ara fırsattan faydalanarak, arkadaÅŸ duymayacak ÅŸekilde sessizce, “ya biz yalnız konuÅŸsak olmaz mı?” sorunca, ” Olur” dedim.
Hemen arkadaÅŸa” sen git, ben arkadaÅŸla konuÅŸacağım, akÅŸam gelmesemde bekleme” dedim.
Batman’lının evine gittik. BaÅŸladı hayatını anlatmaya, ben dinliyorum. 1980 öncesi Batman’ı anlatıyor.
12 Eylül sonrası Filistin ve Lübnan alanına çekilişi ve oralarda olup
biten sorunları anlattıktan sonra, konu Semir’e (Çetin Güngör) geldi. Kendisi konuÅŸmak istiyordu.
Semir’i konuÅŸmak tartışmak PKK içinde suçtu.
O’na; “Tanıyormuydun?”.
–“Evet, iyi tanıyordum, güçlü özellikleri olan, büyük bir devrimciydi.” dedi.
Oda da ikimiz yalnızız.
Eşi içeri girdiğinde ses tonunu düşürüyor. Bana neden bu kadar güvendiğini sordum?
_”Ben insanları tanırım” dedi. Çok merak ettiÄŸim bir konu olduÄŸu için, dinlemeye karar verdim. Merakla dinlediÄŸimi farkedince, Batman’lı açıldıkça açılıyor. 1981-82’li yıllarda Bekaa’da olup bitenleri anlatıyor.
_”Apo beni daÄŸ faaliyetlerine göndermek istedi. Kabul etmedim. Yaşım ve fizgiyim uygun deÄŸil, 1980 öncesi sendikal faaliyet çalışması icindeydim. Onlara; Beni gönderecekseniz ÅŸehir faaliyetlerine gönderin. Ben bu göbegimle
daÄŸda yapamam” dedim. Beni tutukladılar. Åžansın varmış, tesadüf Mahsun Korkmaz geldi.
Tutuklu olduÄŸumu duymuÅŸ, hemen yanıma gelerek beni serbest bıraktı. Sonra gidip Apo’la konuÅŸuyor ve beni Avrupa’ya göndermeye karar veriyorlar.’
Kısa bir süre faaliyetlere katıldıktan sonra, Semir olayı çıktı, Semir haklıydı ama yeterince anlaşılmadı.”deyince, sordum. “İliÅŸkin varmıydı?” Cevap vermek istemedi. Bende ısrar etmedim.
Batman’lıya yakında gideceÄŸimi söyledim.
-“Gidince görürsün her ÅŸeyi PKK artık sadece Apo’dur..
O’nun karşısında duracak iki- üç arkadaÅŸ ( Semir, Mahsun , Karasungur)
onlarda komplolarla gittiler. PKK’nin geleceÄŸi belirsiz” dedi. “Gidip göreceksin, kalanların hepsi önünde elpençe duruyorlar.
Oysa Semir ve Karasungur ellerini ceplerine koyarak O’nunla
konuşup tartışıyorlardı.
Diğerleri hazırola geçiyor. Orada sadece Apo özgür ve istediğini yapar ve istediği gibi giyinir. Diğerlerinin temiz giyinme hakkı bile yok.
Ama Semir ve Karasungur Apo’yu takmazlardı ve şık giyinirlerdi. Apo’da onlara karşı dikkatliydi”dedi.
Gece Batman’lının evinde kaldım, geç saatlere kadar konuÅŸtuk.
Ertesi gün öğlen sonrası arkadaÅŸa dönmeden, Batman’lıya, “faaliyetlere katılmak istermisin?”dedim, o’da; “hayır hele Semir vurulduktan sonra asla, seninle konuÅŸtuklarımı hiç kimseyle konuÅŸmadım, bilmiyorum,
hakkımda ne düşünüyorlar önemlide değil. Sık sık yanıma geliyorlar faaliyetlere katıl diyorlar ama içimden gelmiyor, bahaneler uyduruyorum, özel sorunlarım var diyorum.
Bende o’na; “tamam bir dost olarak kal, bende ailevi sorunlarının olduÄŸunu belirtip ÅŸimdilik faaliyetlere katılmaya hazır olmadığını söyleyeceÄŸim”. Bu ÅŸekilde anlaÅŸtık ve arkadaÅŸa gittim.
Bölgedeki arkadaÅŸa ve beni gönderen sorumlu arkadaÅŸa Batman’lının, sorunlarının olduÄŸunu ama ilerde faaliyetlere katılabileceÄŸini belirttim.
Batman’lı kafamı doldurmuÅŸtu.
Daha ilk akÅŸamdan söylediklerinin ne kadar doÄŸru olduÄŸunu görmeye baÅŸlamıştım. Öcalan’ın evindeÄŸim daha ilk saatler ama beynim ve yüreÄŸim Semir’den yana. Devrimci ilÅŸkiler bir yana sıradan insan iliÅŸkileri bile yok. Acaba Kamp nasıl? Merak ediyorum.
İkinci gün Duran Kalkan , Ali Çetiner ve Numan Uçar’ın ayrı bir oda da çalıştıklarını fark ettim.
Öcalan’ın konuÅŸmalarında onların Avrupa’ya gidecek müdahale grubu olduklarını anladım.
Üçüncü gün şöförü Sabri’yle Bekaa’ya hareket ettik. Valizimi aldığımda hafiflediÄŸini farkettim ama burası “önderiÄŸin’ evi ne olabilirki?”
Åžam’dan fazla uzak deÄŸildi, Kampa varmıştık. Çantamı açıp, daÄŸ için hediye alınan özel spor ayakkabbılarımı giymek istedim. Ayakkabılarım yok.
Bana hediye alınmıştı çok da pahalıydı. Ne oldu? Kim aldı? Köln’demi arkadaÅŸlar unuttu?
Ama önderliğin evinde kaybolduğu aklıma gelmiyor. Diğer eşyalarımdan da bazıları eksik. Ama ayakkabı kafama takılmış. Artık olan olmuş. Gittiğimizde pek kimse görünmüyordu.
Gruplar halinde eğitim yapılıyormuş. Yemek saati geldiğinde artık arkadaşları görmeye başladım.
İlk dikkatimi çeken Avrupa Merkezi’ndeki arkadaÅŸlardı. Hepsi tükenmiÅŸ, periÅŸan bir durumdaydılar. Burası Åžam’dan da beter . Ne oluyor bu insanlara? “Merhaba” bile demek istemiyorlar.
Ben yanlarına gidiyorum. “Merhaba” diyerek öpüyorum. Onlar soÄŸuk davranıyor.
Bu nasıl bir şey? Nasıl da herkes değişmiş. Oysa Kamp yaşamına yabancı değildim.
Ama bir tuhaflık var. En samimi olduklarını bildiğim arkadaşlar bile birbirlerinden uzak duruyorlar.
Daha ilk akşam. 70-80 arkadaş var, en az yirmisini tanıyorum, ama konuşmak için birini bulamıyorum. Yaklaştıklarımda uzaklaşıyor.
devam edecek
Kaynak; newroz.com forum