Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Şeker de katılsa, ‘mecburiyet’ tatsızdır

Şeker de katılsa, ‘mecburiyet’ tatsızdır

Zeynel Abidin Kızılyaprak

‘İyi’ şeylerin mecburiyetten ve emirle yapılması/yapılıyor gibi görünmesi, o ‘iyi’den beklenen iyi sonucu doğurur mu?..

Misal: Çok partili hayat tek partili rejimden iyidir, değil mi?.. Fakat siz, inandığınız için değil de BM’ye üye olabilmek vs için mecburiyetten ve emir-komutayla çok partili hayata geçmişseniz, iki sonuç ortaya çıkar:

1. Geçtiğiniz şey, gerçekte tam bir çok partili hayat olmaz, ‘gibi’ olur.

2. Bu ‘gibi’liğin arızaları her dem ortaya çıkar, “demokrat olunacak, ol!..” mecburiyetinin takır-tukurluğu her adımınızda sırıtır… 

“Hiç yoktan iyi” denebilir; denebilir de, o zaman hareket noktanız ilelebet, vasatın da altı olan, ‘yoktanlık’ olarak kalır…

Maçka Parkı, 23 Mayıs 2017, günlerden Salı… Tekrarlana tekrarlana trajediden komediye dönüşmüş bir olayla daha tesadüfen karşılaşıyorum…

Parkın havuz civarındaki minik meydan, minik öğrencilerle dolu…  Etraflarında ebeveynleri ve öğretmenleri, onların da etrafında o sıcakta lacivert ya da siyah takım elbise giymiş kravatlı bir sürü adam… Kalabalığın üstü, direklere tutturulmuş koca bir Türk bayrağı ile örtülü. Meydan, bir tören alanı olarak düzenlenmiş. Fabrika işi ucuz bir halı gerilerden tören alanına kadar geliyor; hani şu ‘kırmızı halı ile karşılama’ olayı, fakat bunun rengi mavi.  (Kim için serilmişti, anlayamadım onu. Olsa olsa ‘töreni şereflendiren’ Şişli belediye başkanı içindi.) Bir açık hava ‘giriş kapısı’ gibi bir şey yapmışlar, iki plastik sütun ve tül perdelerle. Ve tabii balonlar; öğrenci sayısına neredeyse eşit yüzlerce balon…

‘Geleceğin yazarları eserlerini imzalıyor’muş; onun töreni… Bir kısım takım elbiseli-kravatlı (çoğu göbekli) adamlar, parkın az ilerisindeki dış yol yerine parkın tam ortasına, yürüyüş yoluna, ardı ardına park etmiş onlarca otomobilin bagajından, imzalanacak ‘eser’ balyalarını çıkarıyorlar. ‘Eser’ler aslında incecik broşürler… Bir tanesine göz atıyorum, tabii ki Mustafa Kemal üzerine;  ‘Atam…’ diye başlayan bir ‘eser’…

İşin tek acıklı yanı ilkokul çocuklarını ‘eser’ yazmaya zorlamak değil; takım elbiseli adamların ve öğretmenlerin hali daha vahim. Çünkü yalnız çocuklar değil onlar da ‘resmi olarak eğlenmek’ zorundalar…

Çünkü etkinlik, eğlence ağırlıklı bir etkinlik… ‘Atatürk ve silah arkadaşları için 1 dakikalık saygı duruşu’ ve ‘İstiklal marşı’ndan sonra protokol sırasına göre teşekkür-şükran nutukları atılıyor ve sonrasında tam gaz ‘eğlence’… Hoparlörden bangır bangır ‘Oynama şıkıdım şıkıdım…’ filan duyuluyor. Öğretmenler çocukları coşturmak için şarkılara alkışlarla eşlik ediyorlar ama, gözleri hep amirlerinde; fazla sululuk yapmamaya azami özen gösteriyorlar.

Şişli Milli Eğitim Müdürlüğü ile Şişli Belediyesi’nin “festival havasında” ortak etkinliğiymiş bu… Her iki kurumun tepeden aşağıya kadar tüm silsilesi orada. Bir takım elbiseliye yaklaşıyorum, “Yahu madem eğlenceli bir şey yapacaktınız, niye bu takım elbise-karavatı giydiniz ki?” diye soruyorum. Eşofmanımı küçümseyerek süzdükten sonra, “Ama hocam, mesaideyiz şu an” diyor… Anladım: ‘Mesai içi eğlence’. Daha açığı şöyle oluyor: “Eğlenilecek, eğlen!..”

Emirle ve mecburen eğlenmenin dayanılmaz sıkıntısı, yapmacık sırıtmalarla örtülmeye çalışılıyor. Resmiyet dünyasının oradaki bütün elemanları ‘şu eğlence bir an evvel bitse de gitsek’ modunda… Çoğu takım elbiseli, gürültülü müzik alanından uzaklaşıp cep telefonlarıyla muhabbete dalıyor. Alt kademenin o şansı yok: Ceketleri ilikli, amirlerini adeta hazırolda izliyorlar, ‘eğlence alanı’nda…

Bu ‘mecburi eğlence’ sahnesi aklıma, bir sürü şeylerin yanı sıra, “Barışılacak, barış!..” komutunu da getirdi… Emirle yapılan eğlence ne kadar tatsız tuzsuzsa, emirle yapılan/yürütülen ‘barış süreçleri’ de o kadar tatsız-tutsuz oluyor… Netice itibariyle olmuyor; barışılmıyor…

Tekrar yapılacakmış o ‘süreç’ten; öyle diyor bazı kulağı delik gazeteciler… (Diyarbakır’da konuştuğum yaşlı bir amcanın sözleri çınlıyor kulaklarımda: “Vallah aqlımiz garışıyi, ne vaqıt harb edeceyix ne vaqıt sulh yapacayix bılmez oldux.”) Hiç yoktan iyidir tabii, varsın zeminimiz vasatın da altı olsun, bu mevzu farklı, yaşam-ölüm mevzusu, Cicero’nun dediği gibi “en kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir”.

İyidir iyi olmasına ama, tatsız-tuzsuzluğun farkına varmak da iyidir…

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

nineteen + sixteen =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla