Zeki, inandıklarını pratiğe geçirmek üzere yola koyuldu. Başta Urfan Alparslan (K. Serdar, 1980 öncesinde Ağrı belediye başkanı) olmak üzere bir gurup yoldaşıyla birlikte Avrupa alanını terkedip Ortadoğu’ya gitti (1986). Lübnan’da (Bekaa) askeri ve siyasi eğitim için bir kamp oluşturdu. Burada Avrupa’dan ve ülkeden gelen kadroların eğitimine başlandı. Böylece silahlı propaganda birlikleri oluştururlmaya başlandı. Urfan Alparslan’ın sınırsız katkılarıyla bu çalışmalar hızla ilerledi ve 1988 Mayıs’ında TSK’nın askeri kanadı olan Ordiya Rızgariya Kurdistan (ORK) kuruldu. Zeki, ORK Yüksek Askeri Konsey Başkanlığını üstlendi.
Bu arada Türkiye Kürdistanı’ndaki faaliyetlerde de bir canlanma oldu. Bu dönemde PKK’nin başlattığı silahlı mücadelenin yarattığı kitlesel hareketlenmenin de katkısıyla bütün Kürt hareketlerinde bir kıpırdanma başlamıştı. Yeni bir grup olmasına rağmen TSK bu hareketliliğin önemli bir parçasını oluşturuyordu. Zeki Adsız ve Urfan Alparslan’ın militan nitelikleri ve Kürdistan’a odaklanan anlayışları bu sonuç üzerinde tayin edici rol oynuyordu. Böylece Türkiye metropollerinde ve Kürdistan şehirlerinde komiteler kuruldu ve legal bir yayın çıkarıldı (Vatan Güneşi, Eylül 1898). Kitleler içinde örgütlenme çalışmaları giderek genişliyordu.
Bir sonraki adım Kürdistan’da askeri faaliyetlere başlamaktı. Bu amaçla, Lübnan’daki askeri kampta eğitimini tamamlayan ilk silahlı gurup Urfan Alparslan yönetiminde Kürdistana girdi. Bu ekibin temel görevi, Irak, İran, Türkiye sınır üçgenine yerleşerek Kuzey Kürdistan’da silahlı mücadeleyi başlatmak için gerekli hazırlıkları yapmaktı. Ancak, Irak ordusunun kimyevi silahlarla saldırmaya başlamasıyla Güneyli Kürtler kitleler halinde kuzeye, Türkiye’ye yönelince, Urfan Alparslan da arkadaşlarıyla birlikte Türkiye Kürdistanı’na geçmek durumunda kaldı. Çalışmalarına orada devam etmeyi amaçlıyordu. Ancak Alparslan’ın komutasındaki birlik, Botan’da Torisan dağlarında Türk ordusuyla karşılaştı. Bu çatışmada ORK Konsey üyesi ve TSK Genel Sekreter yardımcısı Urfan Alparslan şehit düştü. (1988)
Zeki bu büyük acıyı hep yüreğinde taşıdı. Yarım kalan işlerin tamamlanması için çalışma temposını arttırdı. Fakat ağır hastaydı, kansere yakalanmıştı.
HASTALIĞI VE VEFATI
Zeki’nin ilk sancıları ölümünden 6 ay önce, yani Zeki Ortadoğu’dayken başlamıştı. Önceleri Almanya, sonraları da Suriye, ve Lübnan’da başvurduğu doktorlar, bel ağrılarını omurga ile ilgili hastalıklara bağlayıp ağrı kesici ilaçlar vermişler; ve tedavi için yüzme, yürüyüş gibi egzersizler önermişlerdi. Ancak bunla etkili olmadı. Ortadoğu’da sancıları giderek şiddetlendi. Suriye’de tekrar doktora göründü. Doktor bu kez kanserden şüphelendiğini belirtti. Kesin teşhis ve tedavi için Almanya’ya döndü. Köln şehrindeki Merheim hastahanesine yatırıldı. İlk tahliller hastalığın ”bronşial kanser” olduğunu gösterdi. Hemen tedaviye başlandı.
Tahlil sonuçları ve raporları yoldaşları tarafından Danimarka ve Almanya’nın Bonn ve Hanofer Kanser Araştırma Enstitülerine sunuldu. Bu konuda uzman olan yurtsever Kürt doktorları hastalıkla ilgili en son bilgi ve bulguları araştırıp soruşturdular. Başvurulan bütün kişi kurumlardan alınan sonuç aynıydı: Uygulanan tedavi doğruydu, ancak kurtuluş umudu yoktu. İyiniyetli tüm çalışmalar ve bizzat Zeki’nin yüksek morali ve yaşama azmi onu kurtarmaya yetmedi. Hastalığın vucuda yayılması önlenemedi. Tıp aciz kalmıştı.
Böylesi vakalarda genellikle yakınları ve hatta bir ölçüde doktorları hastalığı hastadan gizler, ona moral dopingi yaparlar. Zeki’nin durumunda ise bu gelenek tersine işliyordu. Zeki, hastalığının ölümcül nitelikte olduğunu biliyordu ve doktoruyla gelişmeleri açıkça konuşuyordu. Yoldaşları ve yakınları üzülmesin ve demoralize olmasınlar diye durumunu çevresindekilerden gerektiği ölçüde gizliyor, onlara umut aşılıyordu. Ömrünün bu en zorulu ve acılı döneminde vakarından hiç bir şey kaybetmemişti. Hayatı olabildiğince “normal” yaşamaya ve çevresindekilere de öyle hissettirmeye çalışıyordu. Son güne kadar politik gelişmeleri yakından takip ediyor, yorumlar yapıyordu. 1990 Newrozunda Nusaybin ve Cizre’de toplu kitle eylemleri başlayınca sevincini dile getirerek ”Halkım ayaklanıyor doktor, beni onlara kavuştur” diyordu. Sevindirici her haber ona yaşam katıyordu.
Vefatından 1 ay önce doktorlar çok kısa, hatta 48 saat ömrünün kaldığı tahmininde bulundular. Ama o, “düşmana inat, birgün fazla yaşamak” için direndi. Ölüm anı geldiğinde bunu hissetti ve yoldaşlarını ve ailesini etrafına toplayarak: ”çok geciktim” dedi. Sonra Doğu Kürdistanda bulunan ve Kuzey Kürdistan’a girme hazırlığı içinde olan yoldaşlarının durumunu sordu. Onlar için gerekenlerin yapılmasını istedi. Son sözleri onun geride kalanlara vasiyetiydi:
”Örgütlü ve kollektif çalışmayı elden bırakmayın. Kürdistan devriminin çıkarlarını her şeyin üstünde tutun ve bunun için çalışın, çalışın. Kazanmak için çalışın.”
Sağlığında hiç kimseye yük olmadan yaşayan Zeki, naaşını da kimseye yük etmek istememiş olacak ki, nerede toprağa verilmesi gerektiği konusunda suskun kaldı. Çevresindekilerden biri son cesaretini toplayıp ”Seni Kürdistana göndereceğiz” dediğinde gülümsedi, kafasını sallayarak onayladı. Hiç kuşkusuz o, oraya başka türlü gitmek istiyordu…
Nisanın 17’siydi, parlak ve güneşli bir gündü. Yoldaşları ve çevresindekiler, bunun, onu kendilerinden alacak gün olacağını bilmiyorlardı. Zeki birşeyler sormak istedi. Ağırlaşan konuşmasını çevresindekilerin anlıyamadığını farkedince, elleriyle kelpçe işareti yaptı. İki gün önce mahkemeleri görülecek olan yoldaşlarının durumunu soruyordu. Tahliye olamadıklarını söyledi çevresindekiler. Suratını ekşitti, gözlerini kapattı, daldı…
Son altı saatini komada geçirdi ve 17 Nisan 1990 saat 19.20’de sevdiklerinden ayrıldı.
Sonsuza giderken gülümsüyordu.
Kürt halkının ulusal ve sosyal kurtuluş savaşında ölümsüzleştiğini biliyordu.
Dik duruşun temsilcisiydi o.
”Başı dik insan güzeldir
Zeki, güzel bir insandı .” (K.Uzun)
CENAZE TÖRENİ
Zeki’nin ilk cenaze töreni 22 Nisan 1990 da Almanya’nın Köln şehrinde yapıldı. Törene Kürdistanın dört parçasından çeşitli parti, örgüt, siyasi gurup temsilcileri ile binlerce Kürt yurtseveri katıldı. Mesajlar sunuldu, anı tefterine duygular ve düşünceler yazıldı.
İlk törenin ardından naaşın Kuzey Kürdistan’a gönderilmesi için çalışmalar başlatıldı. Zeki, 1981’ de TC vatandaşlığından atılmıştı ve bu gerekçeyle naaşı Türkiye’ye alınmak istenmiyordu. Gerekli iznin alınması için çok yönlü bir uğraş verildi.
Bingöl milletvekilleri, eski DİSK yöneticileri, değişik demokratik kuruluşlar baskı uyguladılar. Aynı durumda olmasına rağmen daha önce naaşı Türkiye’ye alınan TİP başkanı Behice Boran’ın cenazesi de emsal gösterilerek sonuçta cenaze nakli için gerekli izin alındı.
23 Nisan 1990’da Zekinin naaşı Diyarbakır’a yollandı. Havaalanına girişler yasaklandığı halde sevenleri onu karşıladılar. Cenaze arabası, sevdiklerinin oluşturduğu araba konvoyu eşliğinde 24 Nisan akşamı Bingöl’e ulaştı. Halkı uğruna yaşamını feda eden ve dik duruşun timsali olan Zeki’yi çok sevdiği halkı bağrına bastı ve büyük bir kitle katılımıyla onu sevdiklerinin yanına, Kürdistan devriminin ölümsüz şehitlerinin arasına yolculadı. 1990’dan sonra doğan çocuklara dik duruşun ve güzelliğin simgesi olarak Zeki ve Serdar (Urfan Alparslan) isimleri verilmeye başlandı.
Avrupa’daki taziye ve anma toplantıları ise daha geç tarihlere kadar devam etti. 22 Nisan 1990’da Köln’de yapılan törenin ardından 29 Nisanda Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da, 5 Mayıs’ta İsveç’in başkenti Stockholm’de, 19 Mayısta İsviçre’de ve ardından Fransa’nın başkenti Paris’te binlerce insan bu toplantılara katılıp üzüntülerini bildirdi, taziyelerini sundular.
Dostları, yakınları ve sevenleri her ölüm yıldönümünde onu anmaya devam ediyorlar