İnsanlık Tarihi, Diyarbekir Surları Ve Yarınlarımız!!
Tarihsel geçmişi M.Ö. 9 bin yıl öncesine kadar uzanan Mezopotamya Uygarlığı’nda (Amed/Diyarbekir ve Surları) Hurriler, Mitanniler, Asurlar, Urartular, Medler, Romalılar, Persler, Bizanslılar, Artuklular, Eyyûbiler, Akkoyunlular ve Osmanlılar yaşadı. Mezopotamya (İnsanlık) tarihi boyunca 30’dan fazla medeniyetin konup göçtüğü; farklı din, dil ve inançların kardeşçe birlikte yaşadığı tarihin aydınlık yüzü, konuşan/konuşturan kara taşlarıyla canlı ansiklopedisi, kadim toprakların efendisidir Amed ve Surları. Sadece coğrafi bir terim olarak “Mezopotamya” deyip geçemezsiniz; diliniz tutulur, lal olursunuz! Dünyanın en kadim inançları bu topraklarda yaşama hakkı bulurdu, en kadim dilleri burada konuşulur-du! Süryanice, Ermenice, Acemce, Farsça, Arapça, Türkçe, Kürtçe… Şimdi bu dillerin tümü suskun, küskün, bir o kadar da yorgun… Şimdi bütün dinler ve inançlar kendini yeniden sorgulamaktadır; “Mademki yeryüzündeki, yer altındaki ve gökyüzündeki her şey benim için yaratıldı, öyleyse yok edilmeme neden göz yumuluyor?” Bu topraklara can ve ruh veren tüm kadim şarkılar, türküler, ninniler, kılamlar, şiirler neden dilsiz şimdi! İnsanlar ölüyor, insanlar göçüyor, binlerce yıl zulme direnen bazalt taşları birer birer eriyor, tuzla buz oluyor. Gece ağaçlar uykuda, çiçekler, kelebekler, börtü böcek, cümle kuşlar uykudayken tek uyanık, ölüm kusan son model silahlar ve ölümün soğuk kirli nefesini enselerinde hisseden kadınlarımız, kızlarımız ve çocuklarımız… Okulsuz, oyunsuz-oyuncaksız, nefessiz bırakılıp hayallerine kan ve gözyaşı doğranan çocuklarımız… Yazık, çok yazık! Bir nefes alımı kadar yakınlarındaki hak ihlallerini görmeyip kör ve sağırları oynamakta direnen sözüm ona “bilim insanlarına” ve “aydınlara” ne demeli? Tüm insanlık duyan sağırları, gören körleri, konuşan dilsizleri oynamaktadır. Yarınların gerçek sahibi olan bu çocuklar hasbelkader sağ kalma şansı elde edip büyüdüklerinde kendilerine yapılanları unutup savaşsız barışçıl bir dünya isteyeceklerini mi sanıyorsunuz? Çocukların masum düşlerine korku, açlık ve gözyaşı doğrayanlar, gelecekte güllerle, çiçeklerle karşılanabileceklerini mi sanıyorlar? Cevap elbette ki koca bir ‘hayır’dır. Öyleyse yarın değil, şimdi… Hemen şimdi bu büyük yanlıştan dönülmelidir!
İnsanlığın Mevsimsel Durumu
Eksilerde seyrediyor hücrelerimin mevsimsel durumu.
Üşüyorum!
Donmak üzere insanlığım!
Havanın soğukluğundan falan değil üşüme nedenim.
Çocuklarımızı ayan beyan ölüme yatırırken cellât;
İnsanların hayvandan beter kayıtsız,
Zemheriden beter soğukluğudur beni donduran.
Nefesim barut kokulu duvarlar arsında tutsak,
Soluksuzum, boğuluyorum.
Sofraya her oturuşumda
Lokmalar birer dağ olup tıkıyor boğazımı.
Dünyanın tüm acılarını
Hırsla ve dirençle yutkunuyorum
Temel hak ve özgürlükler niyetine…
Ve yeryüzündeki tüm sıradağlar aynı anda
Ve onlarca kat ağırlıkla çöküyor mideme.
Üşüyorum,
Buz kesiyor yarına taşıdığım çığlıklarım.
Utanmazca,
Rezilce seyrediyor insanlığın mevsimsel güncesi.
Ne ekmektir, ne yağ, ne baldır derdim;
Ne sobasızlık, ne güneşsizliktir üşüme sebebim.
Dışarıda can taşıyan cümle varlıklar,
İçeride ben tırpanlanıyorum!
Ve artık ölüm,
Damardaki kan kadar yakın hepimize.
Resul ÜSTÜN (Darağacı Şiirleri)