Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Müzaffer Oruçoğlu: “Sevgililerim”

Müzaffer Oruçoğlu Avusturalya da yaşıyor, Dersim'li Kürt bir edebiyatçı. İlginç bir öykü yazdı.

Müzaffer Oruçoğlu / İlk sevgilim, notasız, esnek bir kadındı. Edası katıydı ama sevdiği erkeğin güzelliğine gerilince, ipeksi, tatlı bir melodiye dönüşüyordu. Beni özgürleştirdi, ruh verdi tenime.

Tabiatım kör olsun, ikinci sevgilime aşkı ben ilan ettim. Aşkın ilan edilmeyen, kendiliğinden gelişen bir şey olduğunu bilmiyordum. Kadın gizemliydi. Ne kadar bakış varsa, tümünü bakışlarında toplayan, imbikten geçirip bakışa dönüştüren bir kadındı. Adalaid’de yaşıyordu. Malakan’dı. Kaybolduğunun farkında değildi. Kuş cıvıltıları içinde, bir cıvıltı, bir ‘cik cik’ti sanki. Dinleyişinde öküz havası vardı. Çok güzel anlıyordu. Niyeti narindi. Esrarengiz sözcükler üreten, kocaman dilini seviyordum. Her şeyini seviyordum ama istiridyeleri, sedefli kabukları içinden hızla çıkarıp yutmasından tiksiniyordum. Ben o kadını yaşadım ama anlayamadım. Hâlbuki kendisini konuşmadan anlatan birisiydi. Meditatif renklerle mayalanmış, büyülü, maviş duyguları vardı. Ressamdı. Ben, ilk kez, aşkımı öyle teklif edince gülümsedi.

“Hem sevgilim, hem de soytarım olabilecek zeki birini arıyorum,” dedi ve işaret parmağıyla duvardaki resmi gösterdi. “Bu, Çar Deli Petro’nun ünlü soytarısı Balakiref’tir. Resimlerim içinde en güzeli sanırım budur. Biçim ve yetenek olarak buna benzeyen birini arıyorum.”

Balakirefliği kabul edince, üç yılımı ona kurban ettim. Beni karıştırdı, kalabalıklardan çıkardı, kalabalıklara kattı. Mayalandım. Güzeldi.

Üçüncü sevgilime gelince, ne yazık ki o da Rus’tu. Yoğun şiir yazıyordu, şair değildi, ama yaşama mahareti gösteren az sayıdaki insanlardan biriydi. Çok hoş sevişiyordu. Sevişme, yaşam melodisinin özüdür. İsveçli şair Gunnar Ekelöf‘e öykünüyordu. Tutkundu. Tutkunluğunda, beni ahraz eden bir anlayış ve incelik vardı; tarifine burda giremeyeceğim hoş bir serçe duygusu yani.. Ayrılmamız kötü oldu. Sergo Paracanov’ Puşkin’in Mozart ve Salieri adlı oyunundan uyarlama bir senaryosunu okuyordu. Nasıl olduysa, birden, iki besteci arkadaşın, bir kuğunun tüylerini yolarak eğlenmesine taktı kafayı. Tartışma büyüdü, şirazesinden çıktı, küfüre bindi. “Fuck off” çekti bana. Arkasından “get out” diye bağırdı. Çaprazlandım. Evi terkederken kötü bir şey yaptı, tanışmamızın cicim aylarında, kendi ellerimle ciltleyip hediye ettiğim kitabı arkamdan attı. Kitap götüme çarptı. Çok zoruma gitti. Keşke kafama çarpsaydı.

Dördüncü sevgilim, zavallının biriydi. Yüz olarak, çocukluğumda beni çevire çevire döven deli halama çok benziyordu. Nestle çikolata fabrikasında çalışıyor, hayal kuruyor, fabrikayı hırs ve nefretle hayali paralara çeviriyor, paralarının çoğunu da poker makinalarına kaptırıyordu. ‘Sen benimle yatakta sıcak ve vurucu değilsin, yüzüme bakmıyorsun,’ diyordu. Yeryüzünün en dişlek azgınlığına sahipti. Masumdu ama. Acırdım. Zamanımı ona doğru itelerdim hep. Anlamazdı. Yağmurlu bir gece, poker makinalarına karşı duyduğu hıncı benden çıkardı. Tekme tokat dövüp, dışarı attı. Hayatımda yediğim en iyi dayaktı bu. Hayrını gördüm.

Beşinci sevgilim, az bulunur, kaliteli, derin bir orospuydu. Kahkahasına, gamzesine, anlamına hayrandım. Tarifsiz bir içtenlikle boynuma sarılıyor, “zaman, yaşamın keyfini çıkarmadan ilerliyor, sen sadece yaşamın değil, zamanın da keyfini çıkararak ilerle,” diye öpüyordu beni tatlı tatlı. İnsanlığımı keşfettiğim günlerdi.
Seçiciydi. İyi sezinliyordu. Ertelenmiş itaatların, sonu gelmez yalanların biçimlendirdiği, güvenilmez, soysuz davranış hatlarına sahip olan erkeklerden nefret ediyordu. Dürüst ve açıktı. Sevgilisi olan hiçbir erkekle ilişkiye girmiyordu. İlişkiye girmesi durumunda, hem erkeğin hem de kendisinin, aldatan ve alçalan birisi haline geleceğini, kişiliksizleşeceğini düşünüyordu. Biseksüeldi. Dünyanın uzayda yapayalnız olduğunu düşünüyor, korkuyordu. Birikimli bir korkuydu bu. Gürültüyü sevmiyordu. Lezizdi. Bilginin gülümseyen gücünü görüyordum yüzünde hep. Kanguru sürüsünü, çimenli sahalarda motorsikletiyle kovalayan bir gence takmıştı kafayı. Keselerdeki kanguru yavrularının fena halde korktuklarını, gencin laf dinlemediğini yineleyip duruyor, motorsikletini yakmamı öneriyordu. Uyuyamıyordu. Bir gece gencin bahçesine girdim, benzin döküp yaktım. ‘Bir daha yaparsan bu kez evini yakarım,’ diye bir not bıraktım. Kadın çok sevindi, uykusuna kavuştu.

Bana malak diye takılıyor, yazdığım şiirleri beğenmiyordu. Şiirin sadece dünya sistemine değil, kendini var eden özel şartlara karşı da dipten gelen bir duygu patlaması olduğunu söylüyor, duygusuzlukla suçluyordu beni. Eylemden sonra malak demeyi bıraktı. Daha çok bağlandı bana. Ne yazık ki, birlikte yaşamımızı kurtaramadı bu. Çünkü, onunla birlikte olduğum dönemlerde benimki, duygusunu kaybediyor hiç ayıkmıyordu. Ben birini geberesiye sevdiğimde, böyle oluyor. Lanet olsun. Kadına haksızlık yaptığımı düşünüyor, üzülüyordum. Sonunda ayrıldım. Hayatta ayrıldığım tek kadın o oldu. Zordu.

Altıncı sevgilimi hiç sormayın. Zengindi, eli genişti ama ağzı dardı. Konuşmuyordu. Lafı ağzından kerpetenle kanırtarak alıyordum. Bu kadını bu denli ketum, bu denli sırrı sırrullah eden neydi, çözemiyordum bir türlü. Okumadığı ve kendini kimsenin yerine koyarak düşünmediği için mutluydu. Evin her hizmetini sırtıma yıkmıştı ama hakkını yiyemem, beni bana bahşeden sülün bir bedene sahipti. Anlamadığım şeyler de vardı tabi. Basurunu iki yıl kestirmedi. Yüzükoyun yattı, kremle bana yağlattı. Üçüncü yıl, nasıl olduysa menopoza girdi, bin dereden su getirdi, akıttı, beni önüne kattı, dışarı attı.

Diğerlerini anlatamayacağım. Kan basıncım yükseliyor.
Vesselamı kelam diyeyim. Hepsi gitti. Belki de haklılardı. Yakışıklı ve kültürlü olmamın dışında hiçbir mesleğim yoktu. Çok az insanda bulunan erdemli ve alçak yanlarım vardı. Bu kesin. Muhtaç ve kesiktim hep. Onlardan otlanıyordum. Hayatın taktiri işte.

Niçin yaşadığını bir türlü çözemediğim bu göçmen mahalleye gelip yerleştim sonunda. İlk aylar, boş bir yalağın yanında, daşağını yalayan işsiz bir köpeğe benzetiyordum kendimi. Bu benzetmeden rahatsız oluyor, kendime kendi dibimi göstermek, kendimi kendime derinlemesine tanıtmak gibi fuzuli bir çaba içine giriyordum. Bu çaba ruhumu örseliyor, fayda etmiyordu. Hem hayasız, hem de nasipsiz biri olduğumu düşünüyor, vehme kapılıyordum. Kurduğum parlak hayallerin haddi hesabı yoktu çünkü. Kırkayak gibi yürüyen bir yığın kadın dolaşıyordu içimde. En sonunda, bu yaşlı köpeği, gerçek arkadaşımı buldum sokakta. Bunun da benim gibi hiçbir şeyi yok. Ama bakışlarında derin bir şefkat, minnettarlık ve can cevvaliyeti var. Bu yeter bana. Mutluyum.

1 Yorum
  1. Barzan diyor

    Muzaffer Oruçoglu Dersimli yada Tuncelili deyildir.

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

8 − 6 =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla