Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Akçam: Gerçekçi olalım

EYLEM YILMAZ 18 Nisan 2021 SÖYLEŞİHalkların Demokratik Partisi’ne (HDP) açılan kapatma davası siyasetin gündemiyken tarihçi Prof. Dr. Taner Akçam HDP ve Kürt siyasetini merkeze alan dikkat çekici bir yazı kaleme aldı. Gazete Duvar ve Birikim yazıyı yayımlamayınca Akçam Facebook hesabında paylaştı. Yazısında “HDP’nin kapatılması bir şans olabilir mi?” sorusundan hareketle farklı bir bakış sunan Akçam yeni bir koalisyon önerdi.

Akçam’a önerdiği koalisyonu sorduk, görüşlerini somutlaştırmaya çalıştık. Her iki kanada da eleştirilerini dile getiren Prof. Akçam’a göre yapılması gereken belli: “Türkiye’nin batısında özellikle farklı siyasi akımlardan gelmiş bireylerin, demokratik bir vatandaşlık, yeni bir cumhuriyet ve yeni bir vatandaşlık ekseninde geleneksel siyasi akımları aşan bir şekilde bir araya gelmelerinin zorunlu olduğunu düşünüyorum. Bunu yapacak bir genç kuşak çıkabilir diye ümit ediyorum.”

“Dağ Kürt insanı için ölümdür,” diyen Akçam’a göre HDP’nin kapatılmasıyla, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son derece bilinçli bir şekilde Kürt gençlerini dağa teşvik ediyor. Çünkü onlara başka bir alan bırakmıyor.

Söz Taner Akçam’da…

HDP’nin kapatılmasının aslında bir şans olabileceğini ve Türk aydın çevreleri ile HDP’nin koalisyon kurması gerektiğini söylüyorsunuz.  Selahattin Demirtaş’ın da üçüncü bir yol “Demokrasi Bloğu” çağrısı olmuştu. ‘Türk aydın çevreleri’ derken kastınız nedir?

Sayın Demirtaş’ın önerilerini ve basında yer alan “Demokrasi Konferansı” girişimlerini aynı çerçevede değerlendirebiliriz. Benim söylediklerim iki varsayıma dayanıyor. Birincisi, Bahçeli-Erdoğan koalisyonunun kısmen muhalefet tarafından da desteklenerek Kürtlerin sivil siyaset alanından çıkarmak istediği. Asıl problem Kürtlerin Türk siyasal arenasında yer almasının istenmemesidir. İkinci varsayım, HDP’ye yönelik kapatma girişiminin esas olarak Kürtlerin siyasetteki temsil imkânlarının yok edilmesiyle doğrudan ilintili olduğudur. Bu iki varsayımdan hareketle sorum şu: Eğer durum buysa biz Türk aydınları ne yapmalıyız? Yazımı bu çerçevede kurmuştum. Elbette Türk aydını kimdir, sınırı nedir, gibi bir tartışma yapılabilir. Ama benim altını çizmek istediğim, Batı’daki insanların Kürtlere sivil siyasette yer almalarını sağlayacak alan yaratmak için ellerinden geleni yapması gerektiğidir. Kürtlere nefes borusu olmanın yolu ve yordamları üzerine düşünmek şarttır.

Benim önerdiğim koalisyon fikrine HDP’in yakın duracağını tahmin ediyorum, fakat kuruluş mantığı nedeniyle bazı konuların gözden geçirilmesi gerekiyor.

PKK İSTERSE HDP’NİN SOSYOLOJİK VE SİYASİ TEMELİNİ ORTADAN KALDIRABİLİR

Yazınızda HDP’ye yönelik eleştirilerinizi sıralıyorsunuz. Mesela, “PKK ile sosyolojik ve siyasi bir bağı varken ‘inkâr’ siyaseti izlediğini” söylüyorsunuz. Bugüne kadar suçlama aracı olarak kullanılan argümanla aynı açıklama oluyor mu?

Bir şeyin adını açık koymakta fayda var; bunda ayıp ve saklanacak bir şey yok. Bu tespitin bir suçlama vesilesi yapılması doğru değil. Örneğin, şöyle bir şeyi rahatlıkla söyleyebilirim: Bugün, teorik olarak PKK isterse başka bir siyasi girişimde bulunabilir ve bu HDP’nin sosyolojik ve siyasal temelini büyük ölçüde ortadan kaldırır. Bu tespitimin suçlamayla bir alakası yok. Bugün PKK Türkiye’deki Kürt bölgelerinde bir siyasi gerçekliktir. Bu siyasi gerçekliğin üzerine konuşmanın kriminalize edilmesi ayıptır. Ama bunun üzerine yatıp böyle bir şey yokmuş gibi davranmak da sorunu çözmez. Çünkü zaten size suçlama olarak yöneltilen bu. Bunun suçlama vesilesi olarak çıkarılmasının yolu, yöntemi nedir bunun açık olarak konuşulması gerekiyor.

“Tespitimin suçlamayla alakası yok” diyorsunuz fakat bu ‘bağ’ bugün HDP’nin kapatılma gerekçesi olarak gösteriliyor. Sizce de tespitten fazlası olmuyor mu dediğiniz?

Soruya gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Şu mu söylenmek isteniyor: “PKK bugün Kürtler arasında önemli bir siyasi ağırlığa sahiptir; PKK tabanı ile HDP tabanı sosyolojik-siyasi olarak örtüşür, cümlesi doğru olsa bile bunu söylememek lazımdır.” Böyle bir cümleyi bir fikir olarak bile ileri sürmek bile çok üzücü. “Doğruyu söylemeyin, yalan söyleyin, çünkü söylediğiniz size karşı kullanılabilir” üzerine siyaset inşa edemezsiniz. “Allah’ın bildiğini kuldan saklayarak siyaset yapamazsınız”. Kürt meselesine, PKK’nin ve HDP’nin sosyolojik taban ortaklığı üzerine konuşmayarak değil, konuşarak çözüm bulabilirsiniz. Bu niye böyledir, sorusunu sormadan, yalanla ve inkârla gidilecek bir yer yoktur. Bu sadece bu tür suçlamaları yapanların mantığını benimsemek, kendi düşüncenizi köleleştirmektir. Düşünceniniz özgürleştirmeden, var olan gerçeği konuşmadan sorunu çözemezsiniz.

Eğer benim söylediğimden suçlama anlaşılacaksa bir şeyi çok daha açık ve net ifade edeyim. Türk aydınına düşen diğer ciddi bir görev de özellikle Avrupa’da ve buna bağlı olarak Türkiye’de PKK’nin bir terör örgütü olarak muamele görmesinin ortadan kaldırılması için uğraş vermektir.

HDP’YE YAKIN AYDINLARIN SORUNU PKK’YA ELEŞTİREL BAKAMAMALARIDIR

Bu nasıl olabilir?

Ben Avrupa’da siyaset yapan biri olsam PKK’nin terör örgütü listesinden çıkarılmasının sorunun siyasi çözümü için gerekli ve şart olduğunu söylerim. PKK terör örgütüdür, diyerek Kürt meselesinde adım atamazsınız. Ne Avrupa atabilir ne de Türkiye. PKK eleştirebilir ve eleştirilmelidir de… Bence, kendisine ilerici diyen çevrelerin ana problemi budur: HDP ile şu an ilişki olan Türk aydınlarının ana sorunu, PKK’ye eleştirel bakmamaları, bakamamalarıdır. Bakan varsa bile bunun adını koyamamalarıdır. PKK’ye terör örgütü demekle, yaptıklarına ses çıkarmamak şu an bize sunulan iki seçenek gibi… Ben bunu yanlış buluyorum. HDP’nin zorlanacağı yer şudur: HDP, PKK’ye eleştirel bakan insanlarla bir arada olabilmeyi başarabilecek midir?

İNSANLARIN HDP’DEN UZAK DURMASI SADECE MİLİYETÇİLİKLE AÇIKLANAMAZ

Türkiye’nin batısında ciddi bir demokratik potansiyel olduğunu düşünüyorum. Henüz HDP’de değil bu DEMOKRATİK POTANSİYEL. Bu demokratik potansiyelin HDP’den uzak durmasının önemli bir nedeninin PKK’nin izlediği yanlış siyasetten kaynaklandığını düşünüyorum. Yani, Batı’da HDP’den uzak durmayı bir tek “milliyetçilik ve şövenizm vb.” ile açıklamayı doğru bulmuyorum. Tekrar edeyim, Türkiye’nin batısında “PKK’nin yaptığı doğru değildir, silahlı mücadeleyi sürdürmenin sivil siyasete hiçbir faydası yoktur” diyen ciddi bir demokratik potansiyel var, (Kürt toplulukları içinde de var ama şimdilik Batı ile sınırlayayım kendimi). Bu açığa çıkmamış bir demokratik potansiyeldir. Benim söylediklerim, Türk aydınlarına da HDP çevrelerine de bu adı konmamış, açığa çıkmamış demokratik potansiyelin nasıl açığa çıkarılacağına ilişkin bir öneri olarak da anlaşılabilir.

PKK, STALİNİST BİR ÖRGÜTTÜR VE SİYASETEN ELEŞTİRİLMESİ GEREKİR 

Nasıl açığa çıkar sizce?

Türk aydınları iki, üç tane ciddi hatayla HDP ve Kürtlerle ilişki kuruyorlar. Birinci hataları, silahlı mücadele romantizmleridir. “Biz yapamıyoruz bari onlar yapsınlar,” diyen epey romantik aydın var Türkiye’de. Eline silah versen yerinden kalkmayacak, ama Kürdün bu işi yapmasından keyif alacak tuhaf bir topluluk bu…

İkincisi, “eleştirmek düşmana hizmet eder” mantığıyla anlatabileceğim geleneksel sol hastalıktır. Stalinizm bunun en iyi örneğidir. 1920’li, 30’lu yıllarda Sovyet rejimi muhalefete kan kustururken, parti üyelerini, köylüleri yığınlar halinde imha ederken Batı’daki komünistler, “Sovyetleri eleştirmek düşmanın işine yarar, bunun vakti değildir” diyerek seslerini çıkarmadılar, kafalarını kuma gömdüler. Sosyalizm bugün Batı dünyasında prestij kaybettiyse bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi de Stalinizm terörüne karşı demokrat Batı kesiminin tavır almamasıydı. Bugün aynı problem PKK için geçerlidir. Adını koyayım, PKK Stalinist bir örgüttür. Stalinist örgütün de siyaseten eleştirilmeye hakkı vardır.

Örneğin siz de sorunuzda, açık olmasa da benzeri bir şeyi ima ettiniz; “PKK’nin tabanıyla HDP’nin tabanı aynıdır demek egemenlerin ağzıyla konuşmaktır”, mealinde bir şey söylediniz. Mantığımız şu: “PKK’nin yanlış bir siyaset izlediğini sesli olarak söyleyemezseniz, söylerseniz egemenlere hizmet etmiş olursunuz.” Bu mantığı, “eğer bana hizmet etmiyorsan düşmanıma hizmet ediyorsundur”, diye de özetleyebiliriz. Bence Türk aydını bu nedenle yanlış yapıyor.

DAĞ, KÜRTLER İÇİN ÖLÜMDÜR, DAĞA DAVET KÜRTLER İÇİN ÇÖZÜM DEĞİL 

Üçüncüsü, Türk aydınlarında çok ciddi bir biçimde sömürgeci aydını havası var. O da şu, soruna “zavallı Kürtler” havası ile yaklaşıyorlar. “Ben şimdi Batıda huzur içindeyim; Kürtler ise zulme uğruyor, benim yanlış gördüğüm şeyleri söylemem uygun kaçmaz” tavrı içindeler. Kendileri için doğru bulmadıklarını, başkaları yapınca “anlayışla” yaklaşıyorlar. Kendileri için ayrı, Kürtler için ayrı kriterler geliştiriyorlar. Oysa eleştirel gözde bir hiyerarşi olmamalıdır. Türk aydınının kolonyal beyaz adam efendisi tavrıyla, misyonerlerin acıma duygusuyla Kürt siyasetine yaklaşmaları doğru değildir. Siyaseten bir şeyin Türk için yanlış Kürt için doğru olmasından söz edilemez. Bu sığ düşünce nedeniyle, PKK ya “terör örgütüdür” ya da “doğru yapıyor veya eleştirinin zamanı değil sessiz kalalım” alternatiflerine sıkışmış bir dünyada yaşıyoruz… Türkiye’nin kurtulması gereken bir cenderedir bu.

Daha açık ifade edeyim, dağ Kürt insanı için ölümdür. Kürt insanını dağa davet etmek siyaseten Kürt davası için tehlikelidir, zararlıdır. Bunun için zaten Türk devleti Kürtlere başka seçenek sunmuyor. Ama ilginç olan şu: Bunu ben söylemiyorum. Yıllardır bunu söyleyen çok sayıda Kürt aydını var ama kimse onları dinlemiyor. Varlıklarından bile haberdar değiliz. Bir daha söyleyeyim, Kürt insanına dağı siyasi seçenek olarak sunmak ve savunmak yanlıştır. Türk aydını çok net bir şekilde, devletin Kürdü zorla dağa sürdüğünü söyleyerek bu siyasi seçeneğe karşı tavır almak zorundadır. Türkiye’de, hem Türk hem Kürt için, herkes için, sivil siyasetin güçlendirilmesi gerekiyor. Sivil siyasetin güçlenmesi için sivil siyasete alan yaratılması gerekiyor. Kürtlerin sivil siyasette temsillerinin önünü çıkarılan her türlü engele tavır alınması gerekiyor. Hepimizin, Kürtlerin çok ciddi bir saldırı altında olduklarını ve onların sivil siyasette temsil imkânlarının ellerinden alındığını görmemiz gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti devleti, son derece bilinçli bir şekilde, sivil siyaset alanlarını kapatarak Kürt gençlerini dağa teşvik ediyor. Onlara başka bir alan bırakmıyor.

TAHİR ELÇİ’Yİ ‘PKK TERÖR ÖRGÜTÜDÜR’ DERDİRTEMEDİKLERİ İÇİN ÖLDÜRDÜLER

PKK’nın terör örgütü olarak nitelenmemesi için uğraşılmalı diye bir ifadeniz oldu. Silahlı bir örgütten bahsediyoruz. Bu dediğiniz sizce gerçekçi mi? Neden terör örgütü listesinden çıkarılmalı, biraz açar mısınız?

Kürt sorununu çözmek konusunda ciddiyseniz mesele çok basittir; ezilen insanlara (burada Kürtlere) seninle her düzeyde eşit ve eş değer bir arada yaşayabileceği siyasi ortamı ve imkânı sunmak zorundasındır. Kürt meselesinin özü budur. Eşit ve eşdeğer koşullarda bir arada yaşamak. Kürtlere Türkiye’de eşit ve eş değer yaşama imkânları sağlanmadığı sürece, PKK gibi örgütlere, terör örgütüdür derseniz, siyaseten ben bu sorunu çözmek istemiyorum demiş olursunuz. PKK’nin en büyük desteği, en büyük gücü Kürtlerin uğradığı haksızlıktır. PKK’nın verdiği cevap yanlıştır, diyebilirsiniz. Ama siz bu haksızlığın giderilmesi doğrultusunda bir önlem almazsanız, bu haksızlığın ürünü ortaya çıkmış örgüt veya siyasetlerin nasıl tanımlanması gerektiği ile sınırlı bir tartışmaya kendinizi hapsederseniz, sorunla değil, sonuçlarıyla uğraşmış olursunuz. Asıl sorun, sonuçlarda değil, sorunun kendisinde yatmaktadır. Eğer PKK’ye terör örgütüdür demek, Türkiye’de Kürt meselesini çözmeye yardımcı olacağını, bizi bir adım ileri götüreceğini bilsem, hiç tereddüt etmez derdim. 40 yıldır bu “terör edebiyatı” tekrar ediliyor. Ve rahatlıkla diyebiliriz ki, sorunun kangren hale gelmesinin nedeni bu “terör edebiyatıdır”. Tahir Elçi’yi bu nedenle öldürdüler. Ona, PKK terör örgütüdür dedirtemediler çünkü. PKK’nin iddia edilen “terör örgütü” olmasını yaratan koşulları ortadan kaldırmadan, siyasi çözüm konusunda ciddi bir adım atılamaz.

GERÇEKÇİ OLALIM; PKK SIRADAN BİR ÖRGÜT DEĞİL, PKK BİR YARI DEVLETTİR

Silahlı bir örgütün nasıl tanımlanacağına sıkışıp kalındığını anlıyorum sözlerinizden…

PKK 1984’ten bu yana silahlı mücadele yürütüyor. Herkesi gerçekçi olmaya davet etmek isterim. Bence PKK artık sıradan bir örgüt değildir. PKK bir yarı devlettir. Devletleşme yolunda çok önemli adım atmış bir kuruluştan söz ediyoruz. Artık PKK üzerine konuşmak sıradan bir örgüt hakkında konuşmak gibi olmamalı. Kürdistan denilen bölgede –rakamları tam bilmiyorum, yüzlerce deniyor- köyü kontrol eden, Suriye’de bir bölgeyi artık bir devlet gibi yöneten ve başta ABD tüm Batı tarafından tanınan bir yapıdan söz ediyoruz. Dolayısıyla bugün konuya ilişkin önermeler yaparken bunun göz önünde bulundurulması gerekiyor.

Türkiye’de Kürt sorununun çözümünde iki ana gövde vardır. Birincisi, Kürtlerin temel hakları ve talepleridir. Bunu, bu topraklarda Kürt olmanın bir sorun olmaktan çıkarılması olarak da tanımlayabilirsiniz. Buraya aslında “sorun” olan Kürtler, değil, Türklerdir, diye de eklemeden geçemeyeceğim. Kürtlerin temel haklarını elde edebilmeleri için PKK’yle görüşmeye gerek de yok. Sorun Türkiye’deki siyasete egemen olan zihniyettir ve bu zihniyetin toplum nezdinde de belli bir desteğinin olmasıdır. Bu zihniyeti bu siyaset kültürünü değiştirmeden, hukuk sisteminizi, Kürt-Türk eşitliği ve eşdeğerliği üzerinden yeniden tanımlamadan sorunu çözemezsiniz. Ama bu siyasi-hukuki adımları atarsanız sorunu %70 çözersiniz.

KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ PKK İLE GÖRÜŞMELERDEN GEÇMİYOR

Diğer taraftan 40 yıldır mücadele eden bir örgütün ve onun elemanlarının ne olacağı sorusu vardır. Bu da elbette son derece önemlidir ama ben Kürt meselesinin çözümünün PKK ile yapılacak görüşmelerde yattığını veya görüşmelerden geçtiğini düşünmüyorum. Genel af çıkartmak bir çözüm olabilir. Bu satırları okuyan her kişinin kafasında tutması gereken bir gerçeklik vardır: bugün Kürt bölgelerinde, bir mensubu dağa çıkmamış ve öldürülmemiş bir aile bulmak çok zordur. Her aileden en az bir insanını öldürülmüş olduğu gerçekliği üzerinden konuşuyoruz. Altını tekrar çizeyim: 40 yıl boyunca dağda çocuğu öldürülmemiş aile yok denecek kadar azdır. Böyle devasa bir sosyolojik ve travmatik bir sorunu çözmek durumundayız. Benim “koalisyon” önerilerimin arka planında da bu ve benzeri fikirler yatıyor. Kürt insanı çok acı çekmiştir ve onlara dağı tek seçenek olarak sunan cendereden onları kurtarmak için Türk aydınları olarak üstümüze düşeni yapmamız gerekiyor. Önemli olan Kürt insanının Türk sivil siyasetinde en güçlü şekilde temsiliyetinin sağlanmasıdır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ HIRİSTİYAN NÜFUSUN YOK EDİLMESİ ÜZERİNE KURULDU 

Bu noktada CHP’yi sormak isterim size. Ulusalcı kanadın ağırlığı hâlâ yüksek. Değişim çabalarını zaman zaman ortaya çıkıyor ama kısa sürede sönümleniyor. CHP’nin iç siyaseti ve parti lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun izlediği siyaseti nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu’nun tavrının esas olarak Meral Akşener’in tavrından çok farklı olmadığını düşünüyorum. Kılıçdaroğlu, gözlediğim kadarıyla HDP ile dengeli bir ilişki kurmaya çalışıyor. Bir taraftan hiçbir biçimde HDP’nin yanında görünmemeye çalışıyor ama öbür taraftan da HDP’ye yönelik saldırılara mesafeli olduğunu hissettiren bir tutum takınıyor. CHP’nin izlediği bu çizginin başarılı olmayacağını, hüsranla sonuçlanacağını düşünüyorum. İyi niyetli tüm CHP’lilerden özür dileyerek söyleyeyim: Kılıçdaroğlu’nun ve Akşener’in izlediği çizgi Bahçeli ve Erdoğan’a koltuk değnekliği yapmaktan başka bir sonuç vermez gibi duruyor.

Şöyle radikal bir tarzda ne demek istediğimi anlatayım ki, daha iyi anlaşılsın. Türkiye Cumhuriyeti nüfusunun yüzde 25 veya 30’u olan Hristiyan nüfusun yok edilmesi üzerine kuruldu. Cumhuriyet bir homojenleşme projesidir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, nüfusumuzun önemli bir kesimini dışarıda tutarak, hain ilan ederek, imha ederek ve siyasi süreçlere dâhil etmeyerek Cumhuriyet’i kurduk ve bununla da övündük, hala da övünüyoruz. Cumhuriyet, kuruluşu itibarıyla, Hristiyanlara karşı bir Türk-Kürt, Müslüman ortaklığı idi. Şimdi Bahçeli-Erdoğan koalisyonu Cumhuriyet’i kuran bu ittifakı daha da daraltıyorlar. Safi Türk-Sünni İslam eksenli yeni bir daraltmayı önlerine koymuşlar ve yeni homojen bir cumhuriyet kurmayı hedefliyorlar. Bu cumhuriyet için gerekli şartlarını da ilan ettiler. 1921 Anayasası ve o yılların Kurucu Felsefesi… Bunu, yapılacak yeni anayasada Kürt olmanın kendisine yer verilmeyecektir biçiminde, okuyabilirsiniz. Bahçeli ve Erdoğan’ın, Cumhuriyet’in Hristiyanları dışlayan kurucu felsefesine uygun, Türk-Sünni Müslüman eksenli radikal bir kurucu misyonla yola çıktıklarını düşünüyorum. Buna karşı yani Kürtlerin dışlanması, siyasetin dışına itilmesi noktasında yapılacak tek şey vardır, “Hayır, sen bu ülkenin çoğulculuğuna saldıramazsın”, demektir. “Bahçeli-Erdoğan koalisyonu ülkenin çoğulculuğuna saldırmaktadır. Biz bu saldırıya müsaade etmeyeceğiz, ülkenin çoğulculuğunu koruyacağız” demektir. Bunu yapmadılar, yapamıyorlar. Çok yanlış buluyorum CHP’nin siyasetini.

Batıda ciddi bir demokratikleşme var sözünüzü yine somutlaştırma adına sormak isterim. Bu CHP’yi içermiyor anladım. Peki, CHP’nin tabanını içeriyor mu??

Önce bir hususunu altını çizmek isterim. Konuştuğumuz konu bir tek CHP ile sınırlı değildir. Tüm muhalefet partilerinin aynı yanlışı yaptıklarını düşünüyorum. HPD’ye yönelik saldırıya karşı çıkmak, ülkenin çoğulculuğunu korumaktır, Kürtlerin sivil siyasette eşit ve eşdeğer olarak bulunmalarını savunmaktır. Bunu göğüslerini gere gere yapmıyor, yapamıyorlar. Ve yapmadıkça kaybeden olacaklardır.

Ben bugün, CHP tabanında olduğu gibi, AKP, Dava ve Gelecek partilerinde de demokratikleşme yanlısı ciddi bir potansiyel olduğunu düşünüyorum. Ben, Batıdaki demokratik potansiyelden sadece solcuları, sosyalistleri filan kast etmiyorum. Ben Türkiye’de sağ gelenekten, MHP geleneğinden, İslami gelenekten gelen; geçmişte çok farklı siyaset alanlarında bulunmuş ve ama şu anda o ana gövdelerin içinde veya ayrılmış olan demokratik değerlerden yana önemli bir topluluğun olduğunu düşünüyorum. Bu topluluk şu anda dağınık bir şekilde durmaktadır. Ve geleneksel gövdeler tarafından bastırılmış oldukları için kendilerini yeteri kadar ifade edemediklerini düşünüyorum. Bu potansiyel ortaya çıkacak, kendisini var edecektir.

SİYASİ İKTİDAR ‘TERÖR ÖRGÜTÜ’ SUÇLAMASIYLA MUHALEFETİ DE ESİR ALDI 

Demokrat olmak zor değil ki, Avrupa’da ne varsa bizde de o olsun, demek zor değil ki. HDP’ye saldırı, demokrasiye, sivil siyasete saldırıdır, demek zor değil ki… Üzüntüm, geleneksel siyasi damarların bu kadar basit bir cümlenin bile söylenmesinin önünü tıkamış olmalarıdır.

Siyasi iktidar, “terör örgütü” suçlaması ile muhalefeti esir almış vaziyettedir. Muhalefet, PKK’ya destek veriyor suçlamasından öcü gibi korktuğu için demokratik tavır almak basiretini kaybetmiştir. Benzeri durum Türk aydınları için de geçerlidir. Onlar da basiretlerini kaybetmiş gibiler. PKK’yı eleştirmekten “devletin siyasetini savunmakla suçlanırız” diye öcü gibi kaçıyor ve korkuyorlar. Yani basireti bağlanmış, özgür zihinleri köleleştirilmiş bir siyasi kültür var orta yerde. Devlet kendi muhalefet partilerini; PKK de (istiyor veya istemiyor bilemiyorum) Türk aydınlarını esir almışlar gibi geliyor bana. Böylece şiddet sarmalından çıkamayan, sivil siyasetin kenara itildiği bir dünyada yaşıyoruz. Demokrasi için, sivil siyaset için galiba önce zihinleri bu kölelikten kurtarmak gerekiyor.

BÜYÜK DEMOKRASİ KONFERANSI’ BİR ADIM OLABİLİR, KİM BİLİR? 

SomutlaştırmaK adına; mesela CHP’den ulusalcı kanadın, HDP’den PKK kanadının çıkarılıp bu iki partinin harmanlandığı yeni bir partiden bahsetmek mi gerekir?

Söylediğimin hiçbir kurumsal arka planı yok.

Tabii ki yok. Sözlerinizi somutlaştırabilmek için sordum. Nasıl bir yapı ortaya çıkabilir, kimler yer alabilir, merkezinde daha çok liberaller mi olabilir diye soruyorum.

Bu sorulara kesin cevap vermem mümkün değil. Ben Türkiye’den uzağım. Ben fikri bir olasılıktan söz ediyorum. Bu fikri rüzgâr etrafında bir araya gelme çabaları ortaya çıkarsa çok sevinirim. Eski geleneklerinden kendilerini bağımsızlaştırmış, bireyselleşmiş veya şu anda dediğim gibi partilerinin içinde olabilen insanların birbirlerini arayarak bir arada kendilerini yeniden ifade edebilecekleri birtakım platformları yaratmaları gerektiğine inanıyorum. Buna şu an HDP’nin tek başına ulaşma şansı yok. Türkiye’nin batısında özellikle farklı siyasi akımlardan gelmiş bireylerin, demokratik bir vatandaşlık, yeni bir cumhuriyet ve yeni bir vatandaşlık ekseninde geleneksel siyasi akımları aşan bir şekilde bir araya gelmelerinin zorunlu olduğunu düşünüyorum. Örneğin, basından okuduğum, “büyük demokrasi konferansı” bu yolda önemli bir adım olabilir belki… Kim bilir?

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

13 − seven =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla