Konuşan Ezeli Doğanay.
Gerçi herkesin bildiği bir öyküdür ancak biz bu öyküyü birde sizin ağzınızdan dinleyelim. Yaşam öykünüzü sizden öğrenelim.
1930 da Diyarbakır’da doğmuşum (annem öyle söyledi) Babamın ölümünü anımsamıyorum. Dul cahil annemin boynuna bir hükümlüye takılan zincir gibi takılmıştım. Daha altı yaşıma basmadan annem beni doğulu bir köy ağasına üç kilo ekmek karşılığında sattı. 19 yaşıma kadar ağalara itlik esirlik kölelik ettim. Bir ara benim gibi biri çıktı karşıma birlikte Erzurum’a kaçtık. Bir kara tren vagonuna binip Adana’ya vardık. İş bulamayınca Mersin de bir, yük vapuruyla İstanbul Büyükçekmece çevresinde ki bir kömür ocağına attık kendimizi. Askerlik dönüşü elime bir kırık saz geçirdim, girdim Anadolu’ya.
Sanatçı İhsani değil de insan boyutuyla ihsani nasıl biridir? Cimri mi? Güler yüzlü mü? Şen şakak mı? Küfürbaz mı? Nasıl biridir Aşık İhsani?
Yaşamım boyunca güler yüzlü olmaya çalıştım. İki gündür olayın tanığısın(*)
Şu anda evli misiniz?
Evliyim
Bu güne kadar kaç evlilik yaptınız?
Bu güne kadar 17 evliliğim oldu.
Neden bu kadar çok evlilik? Ayrılmalarınıza gerekçe ne idi?
Kimi nedenleri var ancak en önemli faktör ezenle düzenle barışık olmadığım için sürekli içeri alınıyordum. Her içeri girişim beraberinde bir sürü sorunda oluşturuyordu. Buna katlanamayan eşlerim evi terk ediyorlardı böyle olunca da yeniden evlenmek zorunda kalıyordum.
Eşlerinizin eğitim düzeyi ne idi?
6/7 eşim değil diğerleri eğitimli görgülü idiler. Ancak politik duruşum mücadele anlayışım ve kavgacı yanım onlara ağır geldiğinden malum sorunlar ortaya çıkıyordu.
Kaç çocuğunuz var?
30 kadar çocuğum oldu. Üçü benimle birlikte diğerleri anneleri ile kaldı.
Uzun yıllar sonra Diyarbakır’a geri dönüş yaptınız neden?
Toprak ve hasret çekti galiba. 1995 yılında yeniden doğduğum topraklara döndüm.
Genellikle günleriniz nasıl geçiyor?

Diyarbakır’da ki Aydın ve yazın çevreleriyle ilişki halindeyim. Okumak bir iki dergide yazı yazmakla geçiyor. Diyarbakır’ın çok zengin bir kültür dokusu tarih örgüsü var onu araştırmak incelemek bulduğum yeni bulguları sağda solda yayınlamakla geçiyor.Tabi buna 74 yaşına varmanın getirdiği sağlık sorunlarıyla uğraşmayı da ekleyebiliriz.
İnanç boyutuyla köken olarak Alevi misiniz yoksa Sünni bir aileden mi geliyorsunuz?
Sınıf mücadelesi veren insanların inancı işçi sınıfının bilimidir. Bu insanlar eğer sınıf adına sanat yapıyorsa yaşamı materyalist bakış açısıyla algılamaya çalışıyorlar. Böyle olunca da onlara göre Alevilik/Sünnilik olgusu geride kalmış bir olgudur. Ancak merakınızı gidermek için köken olarak Aleviymişim. Önceleri bunu bende bilmiyordum ancak Diyarbakır’a gelip şeceremi görünce Alevi kökenli olduğumu anladım üstelik Dede imişim.
Şimdide sanatçı Aşık İhsani’yi tanıyalım. Günümüzün yaşayan en ünlü ve en büyük halk ozanı olarak yaşam gelişiminize koşut şiir gelişiminizi anlatır mısınız?
İçinden çıkıp geldiğim toplum yaşadığım koşullar duygusal yanımın ağır basması sonucu şiirler yazmaya başladım. Ancak yokluğu yoksulluğu iliklerine kadar yaşayan biri olmama rağmen ilk dönemler sınıfsal bir bilinç taşımadığımdan sağlıklı bir dünya görüşüm olmadığından daha çok kadere top atıp “böyle gelmiş böyle gider” anlayışıyla şiirler yazdım. Bunun koşulları da vardı. Anadolu insanını masalla yaşatmışlardı . önceleri masallı türküler yapıp söylemeye başladım. Kadercilerin sağcıların kurulu düzenin sürüp gitmesini isteyenlerin gözdesi haline geldim. 1958 yılında toplumsal bilinci kavrayınca dünya görüşüm değişti. Artık sömürülen haksızlığa uğrayan ezilen halkımın yanında yer alarak onun umutlarını acılarını türküleştirerek sanatçı militan olarak düzenle kavgaya tutuştum. Dünya görüşüm değişince dostlarımda düşmanlarım da değişti.

Bu güne kadar kaç kitap yazdınız? Kitapların içeriğinden biraz söz etsek.
İlk kitabım 1956 yılında çıktı. Öteki 13 kitabım 1960 yılından sonra çıktı. 1965 yılından sonra Sovyetler Birliğinde, Amerika’da, İsveç, Fransa, İtalya ve Cezayir de kitaplarım ve plaklarım yayınlandı. Ayrıca Belçika, Sovyetler Birliği ve İtalya televizyonlarında söyleşiler yaptım. İlk kitabım S. Şirvan yayına hazırladı içeriği geleneksel halk hikayelerinden esinlenerek beni anlatıyordu. 65 yılından sonra çıkan kitaplarım şiir, gezi ve söyleşilerden oluşuyordu. Halkın acılarını hem öyküleştiriyordum hem de kurtuluşu gösteren vurucu şiirler yazıyordum. Büyük çoğunluğun azınlık karşısında ki çaresizliğinin nedenlerini yazıyordum, Halka kendi gücünün bilincine varması için umut ve kavga şiirleri yazıyordum Saldırgan Emperyalist belanın yine halkın örgütlü gücü ile alt olacağını anlatmaya çalışıyordum bu kitaplarda. Yazacağım, Ağalı Dünya, Bakalım Hele, Vur Ağanın Başına, Düş Değil Bu, Bıçak Kemikte, Beyaz Köle, Sinem Bacının derlediği Dünden Bugüne Aşık İhsani ve A. Yener’in hazırladığı Aşık İhsani Kimdir? Kitaplarım bu içeriktedir. Usta ozan Veysel’in ölümünden sonra onunla birlikte halk şiirinin ölümünü ilan eden kimi çevrelere karşı devrimci şiirimizin örnekleri ile dolu olan Ozan Dolu Anadolu adlı antolojiyi hazırladım.
Sevgili Ustam bence bir gerçeği de teyit ediyor Veysel ile birlikte halk şiirinin öldüğünü söyleyenler. Geleneksel halk şiiri gerçekten de Veysel ile birlikte öldü.

Doğru ölen geleneksel halk şiiri idi. Çünkü geleneksel halk şiirinin biçimi değişmeden içeriğini değiştirdik. Artık gül bülbül yerine başkaldırı şiiri yazmaya başladık. Ancak onların niyeti bu değildi onlar tamamen Veysel ile birlikte Anadolu toprakları üzerinde filiz veren yeni şiirin de üzerine tırpan çalmak istiyorlardı.Benim itiraz noktam buraya idi.
İlk kitabınızda Leyla ile Mecnun hikayesini anımsatan çağdaş iki aşık tiplemesi var. Aşık İhsani ile Güllüşah. Aşk hikayeniz böyle mi başladı?
1956 da masal kitapçıları benim “Aşık İhsani ile Güllişah” adlı kitabımı çıkardılar. O günkü bilinç düzeyim ve koşulların müsait oluşu sonucu böyle bir kitap yayınlandı. Hayır gerçeği yansıtmıyor. 1957 yılında Ankara radyosunda türkülerim yayınlandı. Her Çarşamba çıkıp okuyordum türkülerimi Bu arada cumhurbaşkanı Celal Bayar Başbakan Adnan Menderes ve öteki Demokrat Parti ileri gelenleri ile tanıştım, içli dışlı olduk . yukarıda da dediğim gibi düşüncelerim değişince toplumsal bilincin farkına varınca Marksist dünya görüşünü kavrayınca dostlarımda düşmanlarım da değişti. Çünkü artık yaptığım sanatla birlikte sanatçı ayağımda yere basıyordu.
Bu uğurda bir çok ülke dolaştınız. Biraz bu izlenimlerinizi anlatır mısınız?
Avrupa’nın bütün ülkelerine gittim gezdim. Halk konserleri verdim. Ayrıca Avustralya ya da çağrılı gittim Daha sonra bu izlenimlerimi Beyaz Köle adıyla kitap haline getirdim.Dışarıdan bakılınca hoş geliyor insana ancak içlerine girince yaban ele savrulan bu insanların acıların her türlü süzgecinden süzüldüğünü görüyorsunuz. Yüzme bilmeyen insanın denize atılması gibi savrulmuşlar bu insanlarımız dünyanın dört bir yanına. Acılarını öfkelerini kitapta işledim.
Bir dönem Türkiye de yaşayan bir çok aydın gibi Demokrat Parti ile yakın ilişkileriniz oldu. Hatta bu ilişki sonucu Celal Bayar size birde saz armağan etti. O süreci biraz anlatır mısınız?
Yeni, yeni toplumsal bilinci edindiğim dönemlerdi. Tek parti dönemi karanlık baskıcı özgürlük düşmanı bir dönemdi. Demokrat partinin propagandası bu karanlık döneme karşılık aydınlık vaat ediyordu O dönemde sizinde dediğiniz gibi bir çok aydın gibi bende kendimi bu hareketin içinde buldum. Bu sazı o dönemde Celal Bayar bana hediye etmişti. Çok geçmeden asıl niyetleri ortaya çıkınca büyük kopmalar yaşandı. Kopanlardan biride bendim.
Kaç kaset ve plak doldurdunuz?
Kaç kaset, plak ve CD’mim çıktığını bilmiyorum. Bu arada yeni bir kasetim daha çıktı. Bu işin kaymağını şirketler yediği için benim haberim olmadan korsan basıp her tarafa dağıtıyorlar.
Kimi kitaplarınızın uzun bir süreden sonra yeni baskıları yapıldı. Bu kadar uzun bir ara neden verildi?
Garip bir ülkede yaşıyoruz. Her şeyin korsanı çıktığı gibi kitabında korsanı çıktı. 1960 yılından bu yana yayıncılar kitaplarımı hep çıkardılar. Kimi kitaplarım 2/3 yıl arayla çıktı ancak çoğundan haberim bile olmadı.
Biraz içinde bulunmuş olduğunuz ruh halinden söz eder misiniz. Yaptığı sanatla ülkede ki kültürel şekillenmeye yön veren büyük bir sanatçı olarak bu günün koşullarının bir değerlendirmesini yapar mısınız?
Ruh halim memleket hali gibi. Kişi yaşadığı koşullardan soyutlanamıyor. Hele bu kişi duyarlı duygusal bir kişi ise. Sanat anlamında toplumun sorumluluğunu üstlenmiş ise. Tabi diyalektik değişim yaşamsal değişimi zorunlu kılıyor. Emperyalizm, Kapitalizm, Sosyalizm. Dede, Baba ve çocuk bir aile olarak düşün bunları. Dünya da şimdi bir arada yaşıyor bu sistemler. Dede ne kadar inatçı da olsu tükenmek üzeredir, baba ne kadar katı da olsa yerini çocuğuna bırakmak zorundadır. Çocuk umuttur ve gelecektir. Umutluyum ve bu umudumla ruh halim türkülerime şiirlerime yansımaktadır.
Her sahneye çıkışınız ayrı bir olay oluyordu 1960 ve 70’lerin Türkiye’sinde. Siz bu coşkuyu neye bağlıyordunuz?
O günün koşulları farklıydı dünyada ki siyasal konjonktür soldan yanaydı. Bütün rüzgar soldan esiyordu 68 eylemlikleri dünyaya damgasını vurmuştu. Ülkemiz bunun dışında kalamazdı. Politik gelişmeler ülkede alt üst oluşları yaşatıyordu. Devrimci örgütlenmeler, sendikal faaliyetler işçi hareketliliği hat safhalara varmıştı. Bu bağlamda çağından sorumlu olan emekle sermaye arasındaki çelişkiyi türkülerine yansıtan bir sanatçı karşısında on binleri bulması olağandı.
Geleneksel halk şiirinin genel yapısını kırıp ona çağdaş bir yüz kazandırdınız. Biraz bu süreci anlatır mısınız?
Sosyalist bilinci kavradıkça sanat yaşamımda da değişiklikler oldu. Halk şiiri adı üzerinde halkın şiiri. İyide bu halk yalnızca sevdalanmış mı? Yalnızca gurbete mı çıkmış? Neden başka konular işlenmemiş. Suya sabuna dokunmayan konular işlendikçe düzen tarafından da destek görmüştür. Egemenlerin Veysel’e bu kadar kıskançlıkla sahip çıkması neden? İtiraz noktam orada başladı. Gurbette çıkmışsa neden çıkmış. Tarlası çifti çubuğu olmadığı için. Peki tarlası neden yok beri tarafta 360 köyü olan ağalar var bu nasıl oluyor biri annesinden ırgat doğuyor diğeri ağa veya patron doğuyor. Çalışma ile Allah vermiş olsaydı biri hiç çalışmıyor yüzlerce köyü var diğeri doğumundan ölümüne kadar ırgat ancak yine aç. Bu düzensizlik şiirlere yansımamış. Geleneksel halk şiirinde bu konular sonuçları ile işlenmiş. Yani şiirin örgüsü sonuç üzerinden yapılmış nedenleri işlenmemiş. Ben bunu yapmaya çalıştım. Sebep sonuç ilişkisi üzerinden kurdum şiirimi bu kadar ses getirmesinin nedeni de budur. Şu Yalova’da ki deprem olayına bakın daha dünkü olay. Buna ağıt yakmak kolay orada yakınlarını kayıp eden insanların hüznünü acısını işlemek kolay. Olmalıdır da sanatçı bu olaya karşı kayıtsız kalamaz eğer toplumcu gerçekçi sanat yapıyorsa peki aynı şiddette başka ülkelerde de deprem oluyor ancak orada ölen insanların sayısı Yalova da ki ölenlerin yüzde biri bile değil. Japonya’ya göz önünde bulundurun. Allah’ın işidir deyip kimse kendini olayın sorumluluğundan sıyırmasın. Allah’ın deprem bölgesi olmasına rağmen Japon’a torpili yok. Neden? Orada az insan ölüyor da benim ülkemde binlerce insan fazla ölüyor. İşte bu nedenlerden hareket edilince sebep sonuç ilişkisi ortaya çıkıyor. Ozan yetenek ve bilincini bu denklem üzerine kurunca yaptığı sanat da yol açıcı oluyor. Işık tutuyor.
Halk şiirinde toplumcu-gerçekçi şiirimizin kökleri nereye kadar uzanmaktadır?
Sevgili Ezeli iki gündür konuğumsun ve seninle sürekli bu konuda konuşuyoruz. Halk şiirinin en canlı en renkli en devingen yönü olan başkaldırı şiiri üzerine konuşuyoruz. İnsanlığın tarihini emeğin tarihi ile başlatırsak eğer ki öyledir insanı insan yapan başkaldırısıdır. Başkaldırı insanın özgürlük isteyişinin dünyaya ve olaylara egemen olma çabasının doğal sonucudur. Ve bence halkımızın tarihi halk ozanlarımızın bu şiirlerinde gizlidir. Ancak örtülü bir şekilde bu güne gelip ulaşmıştır. Tabi halk ozanlarının şiirleri daha çok halkın gönlünde yüreğinde yaşamış bu güne ulaşmıştır. Ben bu gün var olan yeni düşüncelerle tanışan beslenen başkaldırı şiirimizi Türk halk şiirinde Yunus Emre’ye Kürtlerde IX yüzyılda yaşamış Baba Tahir Üryani’ye kadar götürüyorum.
Yunusun;
Gitti beyler mürüvveti/
Binmişler birer atı/
Yediği yoksul eti/
İçtiği kan olmuştur.
Önemli bir şiirdir. Pir Sultan şiirinde ise başkaldırı doruklara ulaşıyor. Pir Sultanın
Pir Sultan’ım eyder ey Dede Dehmen/
Kendine cevret de ondan gel hemen/
İstanbul şehrinde ol sahip-zaman /
Tac ü devlet ile salınmalıdır.
Sonra 17 yüzyıl ozanı Muhyi’nin Elimiz şiiri önemlidir.
Sayılmayız parmak ile/
Tükenmeyiz kırmak ile/
Başkasından sormak ile/
Kimse bilmez ahvalimiz…
Muhyi sana ola himmet/
Aşık isen cana minnet/
Cümle alemlere rahmet/
Saçar şu yoksul elimiz. Vs.
Kürtlerde ise Baba Tahir önemlidir. Bir şiirinde diyor ki:
Ku deste mın bıgehe/
Çexa feleke/
Ez de bejıme:/
Pır şerm e ev kare te./
Tu sed texlıt nimet/
Dıdi hınan…/
Hın nane ceh/
Bı dest naxinın,/
Jı bo xwarıne!..
Bu şiirin Türkçe’si de şudur.
Feleğin çarkına elim yetişseydi derdim ki:
çok ayıptır senin bu işlerin.
Bazılarına yüz tat ve taam veriyorsun nimet olarak bazıları da arpa ekmeği bulamıyorlar yemeğe.
Sanat ve estetik doku anlamında 1960-70 Türkiye’si ile 2000’li yılların Türkiye’si arasında bir kıyaslama yaparsak artı ve eksileri nelerdir?
Önce eksilerden başlayalım. Popüler kültür sanatı yaratıcılığından soyutlayıp zanaat basitliğine indirgedi. Gerçekçi olmayan sanatın gideceği yerde orasıdır. Bu kaçınılmaz bir zorunluluktu. Zaten icracıların da yaptıkları ürünlerin halkın hizmetine sunma diye bir dertleri yoktu. Bu anlamda şaşılacak bir şey yok ancak asıl şaşılacak olan toplumcu gerçekçi sanat yapanlar asıl işlevlerini bir kenara iterek inanç gruplarının sözcüleri konumuna düşmeleridir. Toplumun ezilen dört dinamiğinden biri olan Aleviler ile ilgili şiir yazılmasın demiyorum. Yazılmalıdır da ancak bu şiirler tarihsel materyalist bakış açısı ile ele alınmalı ona göre yazılmalıdır. Kimse Aleviler üzerinde ki baskıyı yadsıyamaz. O inancın önderlerinin sistemler tarafından nasıl ezildiğini en ufak bir insani istemlerinin nasıl canavarlıkla ezildiğini herkes biliyor. Dediğim gibi o toplumun acıları da dillendirilmelidir ancak bunu bir mürit mantığıyla değil de çağdaş toplumcu gerçekçi bir anlayışla yapılmalıdır kendi devrimci kimliğinden soyutlanmadan. Eskiden halk ozanı kimliği ile kitlelerin karşısına çıkanlar son dönemde daha geri bir noktadan yalnızca inanç gruplarına seslenir nitelikte şiirler yazmaya başladılar. Bu anlayışlar aşılmalıdır. Halk tümünü kapsıyor onun ozanı da ona göre sanat yamalıdır.
Mektup, Balta, Taban Uyanıyor Taban, Üç Kişi Bir Tabuttayız. Bunlara benzer onlarca şiiriniz halkımızda devrimci duyguların uyanmasına neden oldu. İşçi sınıfının bilinçli ve emekçi bir ozanı olarak haklı bir üne sahip oldunuz. İşçi sınıfının bu günkü durumunu da göz önünde bulundurarak devrimci ozan ve devrimci sanat ilişkisi hakkında neler söylemek istersiniz?
Ne yazık ki kitleleri harekete geçirecek onları toparlayacak bir inisiyatif oluşturacak güçlü bir işçi sınıfı partisi ülkemizde yok. Dünyada ki gelişen olgular kapitalizmin göstermelik de olsa başarısı doğu blokunun çökmesi emekçiler üzerinde olumsuz etkiler yarattı. Böyle olunca şimdilik sınıf mücadelesi çekim merkezi oluşturamıyor. Ancak bütün bu olumsuzlukların yanı sıra sömürü en katmerli şekilde devam ediyor. Ancak bu mücadele inişli çıkışlıdır. Tek düze değildir. İnsan kalbi de öyle değil midir? Düz çalışan kalp çalışmıyor demektir. Bunlar yaşanacaktır diyalektik değişimin doğal bir sonucudur bu. Ancak sol memesinin altında ki cevahiri karatmayanlar kavgaya devam edecekler gülün gül ile tartıldığı adaletsizliğin ortadan kalktığı ezenin ve ezilenin olmadığı bir dünya kurulana kadar.. Esinini besinini halktan alan en güzele en mükemmele en kusursuza doğru koşan devrimci sanat ve sanatçı inançlı kararlı sendelemeden mücadelesine devam ederse yaşar. Karamsarlık ders çıkarmama ve yenilgiyi kabul eden sanat ve sanatçıyı halk dediğimiz engin deniz dalgasının üstünden en yakın kıyıya atı verir.
Şiirlerinizi nasıl yazıyorsunuz? Yazdığınız bir şiiri bir başka zaman ve ruh hali içinde yeniden ele aldığınızda onu değiştirme veya üzerinde çalışma gereksinimi duyuyor musunuz?
Ben şiiri yazarken konu sıkıntısına düşmüyorum. O kendini yazdırıyor. Yazdığım bir şiirin üzerinde çokça çalışıyorum. Biçim ve içerik bir bütünsellik arz ediyorsa konu duygu ve sözcükler iyice emişmişse sırıtmıyorsa kulağımı tırmalamıyorsa tamam diyorum kıvamına bırakıyorum o artık olgunlaşmış şiirdir.
Sanat, sanat içindir anlayışı kemi kesimlerde etkindir. Bu düşünceden hareketle saf şiir var mıdır?
Sırça saraylarda yapılan sanat reel sanat değildir. Birileri bu görüşü çok dillendirdi sanat elit insanların işidir halk bundan anlamaz zaten anlaması da gerekmiyor gibi savlar ileri sürdüler. Ancak zamana karşı tutunamadılar zamanla tuzla buz olup gittiler. Halk için yapılan sanat halkın ince zevklerini dizlerine taşıyan sanatçılar ölümsüzlük suyu ile yundular. Yunusun zamana karşı direnişi başka nasıl açıklanır. Pir sultan ve daha nice ölümsüz ozan/sanatçı gibi. Demek ki halk sahiplendiğini yaşatıyor. Diğerinin bu günü varsa yarını yoktur. Şiir özgündür ancak saf değildir. Doğa ve insansal güzellikleri toplumsal olaylar ile kaynaştıran şiir saf olur mu?
Biri yitik olan iki ülkenin de şairisiniz. Şiirlerinizi her iki dilde de yazıyorsunuz. Bir kıyaslama yapacak olursak her iki ülkenin kültür sanat zenginliği açısından neler söyleyeceksiniz?
Birinin yazılı geleneğe dönüşmüş özgür ortamda gelişme şansı bulmuş bir kültür sanat dokusu varken diğerinin daha çok sözlü gelenekle gelişme şansını zorlayarak bu güne ulaşmıştır. Bunda da Dengbej dediğimiz söz ve ses sanatçılarının emeği yadsınamaz. Bir çeşit Kürt halk ozanları dediğimiz bu Dengbejler binlerce yıllık bu kültürü omuzlayıp bu günlere getirmişler. Müthiş zengin bir kültür. Tabi ben daha çok Türk diline ve Türkçe’ye hakim olduğum için Türk kültürünün köklerini inceleme şansım oldu. Kürtçe’yi çocukluğumda kulağımda kaldığı kadarıyla sonraları Diyarbakır’a dönünce biraz daha geliştirdim ancak buna rağmen Kürtçe kaynakları inceleme şansım olmadı Türkçe yayınlanan kitaplardan bu eksiğimi gidermeye çalışıyorum. İşin bir diğer ilginç yanı da Aleviliği de şu aralar inceliyorum. Alevilerin büyük çoğunluğu Kürtçe konuşuyor inançlarından dolayı da çokta ezilmişler. Onların kimlik kavgasına omuzdaş oluyorum yazdığım şiirlerle ancak dediğim gibi sınıf mücadelesi bağlamında bu dayanışmam.
Bu yararlı bilgilerinizden dolayı çok teşekkür ediyorum.
Bende sana teşekkür ediyorum genç meslektaşım duygudaşım Ezeli Doğanay.
(*) Bu görüşme 2008 yılında Aşık İhsani’nin evinde yapıldı. Çağdaş Halk Ozanı Dergisini çıkardığım dönemlerde Gündem gazetesinde Aşık İhsani ile yapılan uzun bir söyleşi okumuştum. İhsani Diyarbakır’a yerleştiğini öğrendim. Gazeteyi aradım bir türlü söyleşiyi yapan arkadaşa ulaşamadım İhsani’nin adresini almak için. Daha sonra bir başka gazetesinin Diyarbakır temsilcisini aradım onun üzerinden ulaşmak istedim yine bir sonuç alamadım. Sırasıyla çağdaş halk ozanı dergisinde bütün halk ozanları ile söyleşi yapmak istiyordum. İhsani’ye ulaşamayınca İlk söyleşimizi Mahzuni ile yaptık.
Daha sonra Avrupa da bir televizyon da çalışmaya başladım oradan kendisine ulaştım. Diyarbakır’a gidersem konuğu olmam için ısrar etti. Ön Asya’da Heterodoks İnançlar adlı çalışmam için saha araştırması yapmak amacıyla ülkeye 2008’in onuncu ayında gittim. Bu çalışma da Aleviler, Bahaîler, Nusayriler ve Ezidiler’e yer verecektim iki buçuk ay kaldım ülkede Muş, Bitlis, Siirt, Diyarbakır, Kahramanmaraş, Mersin, Adana, Erzurum, Erzincan, Konya, Dersim, Ankara ve İzmir’e uğradım. Önceden sözleştiğimiz gibi Diyarbakır’da İhsani’nin konuğu oldum.
Otogar’dan taksiye bindim direk bana verdiği adrese gittim. Sokağa girdiğimde Apartmanın önünde beni beklerken gördüm. 74 yaşında bir delikanlı etrafında birkaç gençle şakalaşıyordu. Taksiden indim valizlerimi almama yardım etti birlikte yukarı çıktık. Diyarbakır’ın en zengin semti ve çok lüks bir dairede oturuyordu. Eşi gelişimden dolayı yemek hazırlamıştı yemekler yedikten sonra konuk odasına geçtik ve ustanın çağlayan kişiliği ile kendimi halk kültürünün nehrine bıraktım. Gecenin geç saatlerine kadar konuştuk söyleştik. İkinci gün bana Diyarbakır’ı gezdirdi.
Yollarda küçük çocuklar gibi türküler söyleyerek üstelik yüksek sesle surları dolaştık eski çarşıya nereler gezilmesi gerekiyorsa oralara gittik. Türküler söylerken sesimizin bir ara çok yüksek çıktığını fark ettim. Aman usta dedim durun yalnız türküleri ben söyleyeyim, baksanıza herkes garip bakıyor en azından şöyle düşünürler eğer türküleri yalnız ben söylersem “Gençtir ne yaptığını bilmiyor neyse ki yanında yaşlı olgun bir insan var o onu idare eder.” Ama ikimiz birlikte söylersek yanlış anlaşılır durdu yüzüme baktı “Allah, Allah niye olayı tersinden düşünmüyorsun, ben senden daha gencim”
Çok sevilen şen şakrak kişiliği var ustanın. Birkaç yere uğradık hangi kuruma gidiyorsak hangi sokaktan geçiyorsak hocanın insanlarla insanların hocayla ilişkilerine baktım çok candan çok içten buldum. O yetmiş yıllık çınar o militan ozan o devrimci halk şiirimizin simgesi usta sanki bir gün önce her hangi bir köyden kalkıp şehre gelmiş işini hal ettikten sonra ikinci gün köyüne dönecek olan köylü kadar saf dost ve güler yüzlü
Evi kendisine ait satın almış evini bana gezdirirken büyülendim Evi bir müze gibi. Her taraf Anadolu, İran ve Kürt illerin de yapılmış el yapımı kilim halı ile döşeli. Konuk odasının sol köşesinde uzun saplı oldukça eski bir saz asılı. Bu sazı ustaya Celal Bayar armağan etmiş. Neredeyse Türkiye’nin bütün aydınları ile fotoğrafları var. Eski kitapları, plaklarını gösterdi akşam yemeğinden sonra kısa bağlama sazıyla yeni türkülerini okudu. Türkülerini öylesine coşkulu okuyordu ki sanki karşısında binlerce kişi var ve onlara sahneden sesleniyor. Bir ara gözlerimin önüne Kürt Halk müziğinin usta yorumcusu değerli sanatçısı Şiwan Perwer geldi.
Ne yazık ki 21 de uçağım kalkıyordu Dicle kitabevinden arkadaşlar gelip beni aldılar hocayla vedalaştık 20.00 de hava limanında olmam gerekiyordu. Onunla geçirdiğim iki günün coşkusunu hala unutamadım. İyi ki vardın İhsani usta çünkü seninle yaşayan soylu bir damar var. Hakka yürüdü ışık içinde yürüsün.
ÇAĞLAYAN SU
-Usta İhsani’ye-
İhsani deyince nehirler coşar
Damlalar birikir derya oluyor
Bireyler birleşip saflara koşar
Zulüm edenlerin rengi soluyor
Zararlı otları kökten sökerek
Kavga tohumunu Aşkla dökerek
Düzenbaz diz üstü yere çökerek
Saçını başını tel, tel yoluyor
İhsani çağını ileri iter
Onu anlamayan kaybolup yiter
Ölü topraklarda yeşil ot biter
Kurumuş dereler suyla doluyor
Ölüm fermanını önde giyerek
Halk uğruna sürgün hapis yiyerek
Dünya halklarına barış diyerek
Dört bir yana güvercinler salıyor
Ezeli yoldaşın hep bu davada
Değişim istiyor yapı yuvada
Bir eli sazında biri havada
Halkından yanadır halka çalıyor
HAYKIR
-İhsani Usta’ya-
Eğilme ey halkım ayağa dikil
Yanlışı yıkmaya elin dolaşsın
Susmak için değil ağzında ki dil
Haykır gümbür, gümbür dilin dolaşsın
Zaferi yürekte özde duyarak
Bu kavgayı dört bir yana yayarak
Her engeli tutup parçalayarak
Yık köhne bendini selin dolaşsın
Haykır yumruğunu kaldır yukarı
İnlet ovaları inlet dağları
Sağın hiç kimseye yoktur yararı
Canlı tut daima solun dolaşsın
Gel isyana çevir her bir gününü
Seçmesin zalimler artık önünü
Şuraya buraya verme yönünü
İktidara doğru yolun dolaşsın
Ezeli diril de rehberine bak
İhsani ustayı örnek alarak
Umudu öfkeyi sazda çalarak
Çal ozanım çal ki telin dolaşsın
NOT: Bu söyleşi Güney Dergisinin 49. sayısında yayınlanmıştır.
Hey gidi gùnler bizim §ehre gelmi§ti.
Sahnede oturdugu sandelyede odun kiriciydi adi ilyas,ti derken herkes oturdugu yerden kalkmi§ti.
Ben kendisini Farqini (silvan) ve Badiki a§iretinden biliyorum.
Yakin akranlari ilà arkada§ligim olmu§tu.
Bence hayat hikayesini biraz dramatize edip merhum annesine haksizlik yapmi§.
Genc ve dul annesi kendisini ayni a§ireten evladlik verdigi dogru.
Badiki a§ireti Farqinin en eski a§iretidir.
Alivilik deyil ama Ezidi Kùrd inancindan donme mùslùmanlar oldugunu biliyorum.
Bu a§irete çokcada kadin tarafindan Ermeni olan melezler vardir.
Ya§iyorsa selamlarimi iletiyorum.
Kendisi ilà tutuklanan Gùl§ah isimli bir bayan sanatciya yùn bir yatak gotùrmù§tùk.
Merhum annem hep benden gotùrùp onlara hapishanede verdigim yatagin getirilmesini isterdi.
O ata§i yakutan olan sanatcidan bu aksakali dede olmasi ilginç geldi.
Bende kendi genclik fotorafima baktim.
Gidi gùnler u yillar.
Dere bizim evimiz , suyu alın terimiz
Söyle nedendir dere vurulur gençlerimiz?Dere suyun durulmaz, gence kurşun sıkılmaz
Sanma faşist olandan bir gün hesap sorulmaz
Aşık İhsani